Transit

Ukrayna'da yaşananları farklı uluslararası kaynaklardan izlemeye çalışıyorum. İşin stratejik ya da jeopolitik çözümlemesi elbette bir yanı. Fakat savaşlar, sıradan insanın yaşadığı yıkımların sahnesidir aynı zamanda. Cephede ölen de yerinden olan da sıradan insandır çoğunlukla. Ve savaşlar, çok daha geniş ölçekte mekân algılarımızı sarsar.Bu elbette travma etkisi de yaratır. Belki birkaç hafta önce sınıfında çocuklara barıştan, sevgiden, konuşmanın öneminden söz eden bir öğretmen, şimdi bir sığınak girişinde molotof kokteyli hazırlamaya çalışmakta ya da buna yardım etmektedir. Bir başkası, evini, dersliğini, ailesini bırakıp başka ülkelere sığınmak zorunda kalmıştır. Haliyle bunlar, savaşların yarattığı algı değişikliklerinin etkisini gözler önüne seren hikâyelerden sadece birkaçıdır. Her savaş, bu savaşlara karar vermeyen ama bedelini hep ödeyen sıradan insan için özünde bir yersizleşme, yerinden yurdundan olma pratiğidir. Mekân algılarımızı sarsması bundandır.Fakat savaşlar zaman algılarımızı da sarsar. Kimi öncü sanat eserleri, bir bakıma bu sarsılmayı, zamanı biraz olsun yavaşlatarak, geçmişle kopuşları ve süreklilikleri görünür kılmaya çalışarak fark ettirmek derdinde olmuştur. Sinemada Christian Petzold'un Transit (2018) adını taşıyan filmle yapmak istediği de buydu kanımca.Transit, Anna Seghers'in 1944'te, İkinci Dünya Savaşı koşullarında kaleme aldığı etkileyici romanından sinemaya uyarlanmıştır. Roman kurgusunda savaşın yerinden ettiği insanların Avrupa'dan Amerika kıtasına geçmek için gerekli transit vizeyi alma girişimi bir yanda işlemekte, bir insanın bir başkasının kimliğine bürünerek bu girişimi sürdürmesinin tetiklediği olaylar ise hikâyeyi daha da keskinleştirmektedir. Petzold ise Transit adını taşıyan filmde, yine Marsilya'yı arka fon olarak kullanmaktadır. Mekân aynıdır, belki bir yerden ayrılma ve bir yere gitme arayışı bakımından yerinden edilme hikâyesinin dinamiği de aynıdır filmde. Fakat film tam olarak bir "tarihsel" film olarak inşa edilmemiştir. Zaman bulanıktır; izleyenler için filmdeki savaş, yerinden edilmiş insanların yaşadıkları acılar, mültecilik ve buna dayalı buhranlar söz konusu olduğunda, göstergeler geçmişle bugünü iç içe geçirmekte, kaynaştırmaktadır. Sahi, bunlar yaşanmış ve bitmiş midir Petzold'un filmi bize bu soruyu sordurmak amacındadır.Haklıdır da. Her savaş, etkileri bakımından bir "geçmemiş zaman"dır, yaşayanların hafızasında ve hatıralarında olduğu kadar, Lacan'ı da anımsayarak, toplumların "kolektif bilinçdışı"nda varlığını sürdürmektedir.Petzold da bir söyleşisinde, Anna Seghers'in romanında inşa edilenin, Avrupa ile Amerika kıtası arasında "yatay" bir transit mekân olduğunu ifade etmektedir. Oysa kendisinin filmde yapmak istediği, "dikey transit mekân"ı göstermektir. Dikey transit mekân, zamansaldır; geçmiş ile bugün arasındadır, bu ikisi arasındaki geçişliliği, sürekliliği gösteren olgulardadır.PETZOLD VE ZWEİGFakat her çağın aydını, geçmişle ilişkisini aynı devamlılık zinciri içinde görmez. Burada belirleyici olan şey savaşlar ve onların etkisidir. Petzold'un 80 yıl önceki Avrupa'nın savaş koşullarına, bunun yarattığı insani hasarlara devamlılık ilişkisi içinde bakan yöntemini, İkinci Dünya Savaşı koşullarını yaşayan aydınlar da kendilerinden önceki 80 yıla bakarken aynı devamlılık ilişkisi içinde görerek uygulamışlar mıdır mesela Yanıtımız hayırdır. Stefan Zweig'ı düşünebiliriz bu noktada. Zweig, 1939'da anılarını yazarken, bildiği ve tanıdığı