Enstitülü kuşak ve gelecek zaman

Her kuşak, içine doğduğu bireysel ve toplumsal koşullara göre bir gelecek zaman düşselliğine sahip oluyor. Zaman objektif olarak, dakikalarla, saatler ve günlerle ölçülebilir olsa da algılanışı, kişiden kişiye ve kuşaktan kuşağa değişiyor. 20 yıl önce bana "gelecek" olarak görünen zaman, artık şimdiki zaman. Düşlediğim Türkiye bu değildi elbette.Diğer yandan bugünkü kuşaklar için geleceği düşlemek bile zor şimdi. Talan merkezli bir ekonomi modelini yaşıyor çocuklar, gençler. Öğün sayısını düşürenler, açlıkla sınananlar çoğalıyor. Yukarıdan dayatılan ekonomi modelinin sonuçları bunlar. Dar bir grubun zenginleştiği, halk çoğunluğunun günden güne yoksullaştığı bir model bu. Kiralar artıyor; ev sahibi olmak, iyi bir işte çalışıp insanca yaşamak yeni kuşaklar için "gelecek zaman" hayali olmaktan çıkıyor. Sadece ekonomi mi Eğitim sisteminin haline bakın. Üniversitelerin haline bakın. Gençliğin geleceğini, gelecek hayallerini bitirdiler. Günü kurtarmanın öne çıktığı böyle dönemlerde düşünceler de günlük hale geliyor. Günün dayattığı bireysel, varkalışsal ihtiyaçlar, gelecek zaman ütopyalarının üzerine ölüm sessizliği taşıyan bir örtü gibi seriliyor. Bu tabloda "gelecek", "bu böyle giderse" ile başlayan cümlelerin kara ütopyalarının zemin süsü olarak kalıyor.Her gelecek zaman yıkımı, beraberinde bir geçmiş zaman nostaljisi de getiriyor. Geleceksizleşme, geçmişe yönelişin motorunu kuvvetlendirir. Tam da bu nedenle hemen her siyasal ideolojinin bir "altın çağ" anlatısı, işler kötüye giderken ve gelecekten umut kesilirken sarıldığı bir "geçmiş zaman nostaljisi" vardır. Siyasal İslamcılar bunu "kindar nesil" formülü yaratmak için kullandılar. Tuttu mu, tutmadı mı bilinmez; fakat geleceği çalınan, ekmeğiyle oynanan, hak ettiği yerlere gelmesi engellenirken hak etmeyenlerin hükmedişini seyretmeye mecbur bırakılan kuşaklar için bu "geçmiş zaman nostaljisi"nin anlamı yok. En ihtişamlı geçmiş diye sunulan zamanlarda da yine saraylar için ihtişam vardı sadece; yoksul halk sınıfları içinse vergi, zulüm, cepheden cepheye koşturma vardı tarihsel olarak.ENSTİTÜLÜ ÖNCÜBöyle bir ortamda yarın Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümünü kutlayacağız. Diyebilirsiniz: "Köy Enstitülerini öne çıkarmak da bir geçmiş zaman nostaljisi değil mi" Kuşkusuz ki modeli olduğu gibi bugüne taşımaktan, nüfusunun çoğunluğu kentlere toplanmış bir ülkeye Köy Enstitüsü modelini aynen sunmaktan söz edersek biz de düşeriz bu tuzağa. Aksine, tutacağımız dal, o kuşakların bugünkü kuşaklardan farkını saptamak, o farka yol açan etmenleri açığa çıkarıp bugüne taşımak olmalıdır.Enstitülü kuşak, kendi köyünün (mekân) ve kendi gündelik zaman döngüsünün dışına çıkmayı başarmıştır. Demek ki başka bir ülke ve başka bir gelecek zaman düşselliği içinde bilincini geliştirmiştir. Ütopyacılık böyle ilerler. Bugünkü kuşakların ütopya kaybı ise koşulların çok kötü olmasından, yönetimin baskıcı, ekonominin berbat oluşundan kaynaklanmıyor sadece. Öncüsüzlük ve ortak hedef bilincinin kaybı, karamsarlığı büyütüyor. Enstitülü kuşak çok mu iyi bir ekonomik modelin içinde görev yaptı Enstitülü kuşak, Demokrat Parti baskıcılığını, 12 Mart, 12 Eylül darbelerinin vuruşlarını sırtında hiç mi hissetmedi Dolayısıyla ütopya kaybı, sadece objektif şartların kötülüğüne bağlanamaz. Aksine, daha iyiyi düşlemek için, daha kötüyü yaşıyor olmanın sağladığı bir deneyim bilinci ve bilenişi gereklidir büyük oranda.Öyleyse enstitülü kuşağı, bir yeni dönem "entelijansiyası" olarak halk içinden çıkıp yine halk içinde çözümleri örgütleyen, umudu ve geleceği düşlemenin sınırlarını genişleten öncülere dönüştüren, bilinçlenme ve bu bilincin etrafında örülen ortak umuttur, haklılıklarına duydukları kolektif inançtır. Bugün bunlar ortadan kalkmıştır. Tek tek umutlu, inançlı insanlar vardır. Fakat ortaklaşma, kolektif bir irade inşa etme potansiyelleri zayıflamış, dağınıklık galebe çalmıştır. Yeniden canlandırılması gereken öncelikle bu ortaklık anlayışıdır. Geçmişte birbirinden uzak köylerde, birbirleriyle iletişimi sınırlı öncü aydınların, öğretmenlerin hissettiği