Adınız balık, ağaç ya da koyun olsaydı

Ne yapardınız 1500'lü yıllarda Anadolu'da yaşasaydınız olabilirdi. Hatta çerçi, köse ve ulumaz da olabilirdi.Emre Taş isimli bir araştırmacının Tarihi Kadim isimli bir internet sitesi için yazdığı bir yazıya denk geldim. Yazar Taş'ın, "16. Yüzyıl Osmanlı Taşrasında Kişi İsimleri" başlıklı yazısının giriş kısmı dikkat çekici. Türklerin tarih boyunca ne kadar çok değişim geçirdiğini, farklı kültürlerle ne denli iç içe olduğunu anlatan yazıda yeni ve pek hoş bir atasözüyle de tanışıyorsunuz: Tatsız (yabancısız) Türk, başsız börk olmaz. Türk dilinin başyapıtlarından Divanı Lügat-ı Türk'te yazmış bu atasözünü Kaşgarlı Mahmut; Emre Taş'a göre gizli bir şikâyetle.Adana, Sivas, Çorum ve Aydın tahrir defterlerinden derlenen isimler arasında bugün de kullandığımız birçok isim olmakla beraber, arada çok ilginç olanlara da rastlıyoruz. Mesela ağaç, balık, boğa, budak bulgar, çardak, (nazardan korunmak için) çirkin ya da çöplü, dost eli, deve, göğüs, gümüş, heves, ince, koyun, köpek, öküzBen burada en dikkat çekenleri, ağırlıklı olarak da hayvan isimlerini seçtim. Bunun yanı sıra Türklerin doğayla ilişkisinin derinliğini anlatan çok sayıda isim var. Yazar bu durumu "Osmanlı taşrasında kullanılan Türkçe kişi adları listesinden göçün, doğanın ve yaşam temennisinin ad seçimine derin bir tesiri olduğu anlaşılır. Hatta bazen nazardan sakınmak için 'çirkin' ya da 'çöplü' gibi olumsuz anlam taşıyan isimler bile tercih edilmiş. Doğayla kurulan rehbersiz bağlantı, içgüdüler ve âdetler, onunla insanları daha fazla özdeş, hâldaş ve hatta adaş kılmış" sözleriyle anlatıyor.Yine aynı yazıya göre 19. yüzyıla gelindiğinde Türkçe isim geleneği (muhtemelen yine taşrada) devam etmekle beraber, dini kaynaklı isimlere daha fazla rastlanır olmuş. Yazar bu durumu "merkezî devlet anlayışı ve hayatı yönlendirmede dinin sarsılmaz gücü" sözleriyle açıklıyor.Ama her şeyi bilen sosyal medyaya göre 19. yüzyılda din kökenli isimlerdeki artışın nedeni "Araplaşmak".Vallahi bu ülkede tarihçi, sosyolog olmak filan imkânsız.var taboolaDivId "";var taboolaPlacement "";if (adServiceConfig.isMobile()) {taboolaDivId "mid-article-thumbnails_mobile1_milliyet-" 6743383;taboolaPlacement"Mid Article Thumbnails_mobile1_milliyet";}else {taboolaDivId "mid-article-thumbnails_desktop1_milliyet-" 6743383;taboolaPlacement "Mid Article Thumbnails_desktop1_milliyet";}window._taboola window._taboola || ;_taboola.push({ mode: 'thumbnails-mid-a', container: taboolaDivId, placement: taboolaPlacement, target_type: 'mix' });_taboola.push({ article: 'auto', url: 'https:www.milliyet.com.tryazarlardeniz-bayramogluadiniz-balik-agac-ya-da-koyun-olsaydi-6743383' });Ayasofya'nın kapısını yediler miYıl 1865. Fotoğrafta Mısır, Kahire'de sokakta mumya satan bir adam görülüyor. Maksadı bu mumyayı belli bir fiyata Avrupalı birine satmak. Avrupalı ise bu mumyayı bir müzeye bağışlamayacak ya da kendi özel koleksiyonuna katmayacak. Bu mumya ya seçkin davetlilerin katıldığı bir partide "mumya soyma" gösterisinin yıldızı olacak ya da ilaç veyahut afrodizyak yapımında kullanılmak üzere öğütülüp toz haline getirilecek.Napolyon'un Mısır seferi öncesi pek popüler olmayan mumyalar bu seferin ardından yani 1800'lerden sonra Avrupa'nın hayatında çok önemli yer tuttu. İlaç ve afrodizyak