Dişimizi sıkarak geldik biz bugünlere!

Yüzyıl önce dişçi korkumu yenip Nişantaşı'nda şık bir muayenehanenin kapısını çalmıştım. Çenemdeki zonklamalarla, ödüm koparak koltuğa oturmuştum. O zamanlar büyük bir medya kurumunun yeni çıkacak gazetesinin yönetimindeydim. İşkence çektiğimi gören üst düzey biri tavsiye etmiş; bütün itirazlarıma rağmen zatımı sosyete dişçisine postalamıştı. "Adamı haber yaptık sana indirim yapacak!" demişti. O sözde indirimli fiyatı görünce anyayı konyayı anlayacaktım!.. Neyse mevzu o değil, mevzu başka. Havalı doktor ağzımı kontrol etmiş, uyurken dişlerinizi sıkmaktan dişlerinizin mineleri gitmiş, demişti. Entelektüel işler yapanların genel durumu bu, diye eklemişti. Elit doktorun bilmediği şeyler vardı. Meselenin entelektüellikle ilgisi yoktu. Öyle bir ülkede, öyle bir atmosferde yaşıyorduk ki anca dişlerimizi gıcırdatarak dayanabiliyorduk. 90'lı yıllar ve 2000'lerin başlarıydı. Korku ve baskının zamanları... Generaller her konuda siyasilere papara atar, seçilmişler bu demokrasi tiyatrosunda figüran rolü yapar ve höt denince susar, zöt deyince istifa ederlerdi. Sabotajların, bombalı saldırıların, faili meçhullerin ıssız ormanında kimsesiz çocuklardık. Dişlerimizi kırarak yaşıyorduk biz o yıllarda... Üç kuşak İstanbulluydum. Bir memur ailesinin çocuğuydum. Kurucu partinin yönettiği belediyelerde yaşayan herkes gibi biz de balçık ve kolera varoşlarında büyümüştük. Kimsesizliği normallik sanmıştık. Neden sonra Müslümanlar belediyeleri ele alınca normal neymiş fark ettik! Haliç'e beton atalım falan derken Haliç temizlendi. Ta Adalar'a kadar doğal gaz getirildi. İmkânsız diye yazıyordu gazeteler. Daima imkânsızı becerdiler... Ardından vesayetlerle kapışmalar geldi. Müslüman siyasiler hükümet kurmuşlardı ama arkadaki takoz oligarşi devam diyordu. Bu mücadele uzun sürdü. Nihayet, 15 Temmuz'da tekbir rüzgarlarıyla, eh bir miktar nefes alındı. Ne yapıldıysa eksik fazla Müslüman siyaset yaptı burada, onu söylüyorum... Depremin ikinci günü Mardin'den Gaziantep İslahiye'ye yardıma koşan bir arkadaşım var. Kendisi bir sinema yönetmeni. "Biz depremin büyüklüğünü daha anlamamıştık. İslahiye'ye vardığımızda AFAD ve jandarma sahadaydı. Enkazda çalışıyorlardı. Biz onlara su, yemek temini görevindeydik. O akşam ateş başında 15, 20 kişi oturmuş dinleniyorduk. Genç bir kız, üstünde gönüllü yeleği bağırıp çağırmaya başladı. Kurumlara, herkese küfür kâfur dümdüz gidiyordu. İleride bir yerde, yıkıntının altından insan sesleri geliyormuş, kimse gitmiyormuş, ben böyle devletin... şeklinde devam ediyordu. Ayağa kalktık, gidelim dedik. Yürüdük, kızın