Botanik bahçesindeAkdeniz'le tanıştım

Gece, yıldızdan bir kubbeydi Eylül. Yasemin, ıhlamur üfürmüştü güze. Hafif bir yel çıkıyor, insan okaliptüs ağaçlarının boyuna posuna ve de adına Türkiye denen sevdaya ürpertiyle hayran olup hülyalara dalıyordu. İlerdeki ılıman Akdeniz küçük dalgalarla bitimsiz kumsalı okşuyor, deniz derya temiz bir çarşaf, ütülü, uzanıyordu. Telefonlar titreşime alınmıştı. İnsanlar usul seslerle fısıldamakta, ta gözünün içine bakarak ve gülümseyerek selamlaşmak denen, kökü bizim âdet kalplere bir şifa gibi balkıyor, şehirden yeni gelmiş gergin insanlara sirayet edip onları şıpınişi yumuşatıyordu... Öyle bilge bir tabiattı ki bu; bağırarak konuşmayı utandırarak yasaklamıştı. O bahçede yaşayanlara kendine uyumlu bir hâl kazandırmış, sakin bir huzur şefkatle sırtlarını sıvazlamıştı. İnsanın aklına öfkeleri gelmiyor, gelse de gülüp geçiyor, ömür denen şeyin kadrini kıymetini idrak ediyordu. Bir sağlık sıhhat hissi kafamızdaki ağır tonajlı fikirleri, akşam güneşi batarken tatlı bir olgunluğa erdirip bünyeyi iyimserlikle dolduruyordu... Orada bir Ayhan Işık gördüm. Sabah kahvaltısında ter içinde boş tabak toplayan, sonra akşam çilingir sofrasında ve bizden siyah beyaz masum hikâyeleri anımsatan. Baktım, oyalı yazmasıyla bıcır bıcır bir hanım. Mekânı derleyip toplayan estetik. Fötr şapkamla ona, bana göre efsane bir selam çaktım. Selam aldım. Sonra Ukraynalılar gördüm. Bahçenin Türkçe konuşan karıncalarıydılar. Güleryüz ve ihtimam. İlla ki gülümsemelerin altında bir hüzün. Zelenski'den hoşlanmıyorlardı. Evet, birilerine kanıp ülkelerini harap etmişti. Kulakları kirişte, ıstırabın biteceği o acil barış haberindeydi... Bahçe, onların da yaralarını sarıp sarmalamış, onlar da bahçeye sarılmışlardı. Ardından Kırgız kızlarını gördüm. Yüzlerinde bir sonbahar yağmuru yağdı, yağacaktı. "Neyinizle ünlüsünüz" diye sordum. "Cengiz Aytmatov" dediler. 'Y'yi 'K' gibi telaffuz ediyorlardı, öyle bir akım. Onların masumiyetinde steplerde kaybettiğim uzak akrabalarımı andım... Sonra biraz ürkek ama kibar Almanlar, İngiltere'den gelmiş, minik reçel kavanozunu andıran çocuğunun 24 saat peşinde, onunla büyük bir adam gibi "lütfen, özür dilerim" şeklinde konuşan, kafadan en mükemmel baba ödülü verdiğim basket boylu siyahi... Yaşlı ve durgun Ruslar, gıda mühendisiyken senaryo yazıp yönetmiş 'Dayı' filminin içten yönetmeni... Ve hepsinin mutlu aile saadetleri... Ve de iyi ki, resepsiyona bakan ve kızıl çamlara konan zarif kuşlara benzettiğim, toprağımın kitapsever kız kardeşleri... Ardından akşamları orada burada koşuşturan kumral, uzun saçlı biri gözüme çarptı.