Seçmenlerin algısının yönetilmesine dair iki örnek

Son yazımızda sanal korkular üzerinden psikolojimizi hedef alan ve siyasetin geleceğine dair umudumuzu, ümidimizi karartmaya dönük bir süreç yaşatıldığından bahsetmiştik. Elbette örnek olarak verilebilecek çok sayıda makale, film, haber üretimi yapıldığını biliyoruz. Bu anlamda eleştirel medya analizlerinin, meraklıları için geniş bir perspektif sunduğu malum bir durum. Ancak yazımızda konu ile ilgili iki ayrı filmden bahsedeceğimi özellikle belirttiğimden bugün köşemizi bu konuya ayırıyoruz. Bu yapımlardan ilki 2015 yılında gösterime giren ve "Our Brand is Crisis" başlığını taşıyan film. Bir Güney Amerika ülkesinde yapılacak seçimlerde kampanya yürütmek üzere tutulan bir danışmanın seçim sürecini sanal bir gündem ile nasıl manipüle edebildiğini göstermesi bakımından ciddi ipuçları ve mesajlar içeren bir film olması nedeniyle bu filmi örnek olarak gösteriyorum. pushfn('ads'); Anket sonuçlarında oldukça gerilerde olan adayın kazanabilmesi için "kriz" söylemini öne çıkartan danışmanın bununla da yetinmeyip güçlü rakibini Hitler hayranı olarak gösterecek sahte belgeler düzenlemesi, ilk üçe girecek kadar oyu arttığında da sırf birinci adaydan oy çalabilsin diye ikinci oy desteğine sahip görünen aday hakkında ABD büyükelçiliğindeki hatırlı dostlarını devreye koyarak aleyhte açıklama yaptırması gibi hamleleri dünya genelinde seçim süreçlerinin gerçekte nasıl geçtiğiyle ilgili eleştirel bir yaklaşım ortaya koyuyor. Seçim süreçlerinde siyasi partilerin dikkat etmesi gereken hususlar olarak; seçmenlerin karşısında "kendilerinden biri gibi davranma" ve geleceğe dair umut vaat edecek şekilde "imaj oluşturma" mesajları öne çıkıyor. Can alıcı mesajlar ise satır arasında bulunuyor. Örneğin "oy vermek bir şeyleri değiştirseydi onu yasaklarlardı", "inanmayacaklarını biliyorum ama rakibin yalanlamasını izlemek istiyorum", "seçmenler umut arıyorsa her zaman yeni adamı tercih ederler ama korktukları zaman savaş dönemine uygun lider ararlar" gibi cümleler buna örnek gösterilebilir. pushfn('ads'); Bu anlamda bir diğer film "Wag the Dog" başlığını taşıyor. Bu filmde de seçim süreci kampanyalarında algıların nasıl yönetildiğiyle ilgili çarpıcı mesajlar veriliyor. Filmin odağında anket sonuçlarına göre seçimi kaybedeceği görülen ABD başkanının ulusal duyguları kabartmak üzere bir ülkeye (Arnavutluk) nükleer tehdit içerdiği iddiasıyla saldırdığı haberlerinin servis edilmesi yer alıyor. İşin aslı ne böyle bir saldırı var ne de nükleer tehdit. Ancak bir Hollywood yapımcısının stüdyo ortamında çektiği sanal savaş görüntülerinin ana akım medyaya servis edilmesiyle Amerikan kamuoyu savaşın varlığına inanmış hale getiriliyor. Olur mu öyle şey demiyoruz, çünkü olmayan bir tehdit iddiasıyla Irak ve Afganistan'ın başına getirilenler ortada! Neyse, bu filmleri örnek olarak