Potansiyel Düşman Korkusu ile Yönetiliyoruz

Belki de bundan elli yıl sonra gelen yeni nesillerin künhüne vakıf olarak ancak anlayabileceği, bugün için tanımlamakta zorlandığımız bir yönüyle ilginç ama bir bütün halinde ürkütücü, kaygı verici bir dönem yaşıyoruz. Kitlesel ölümler, salgın hastalıklar, iç savaşlar, vekalet savaşları, psikolojik-psikiyatrik sorunlar, artan boşanma-şiddet-cinayet oranları ve son günlerde yoğun bir şekilde iklim değişikliği söylemleri üzerinden pompalanan küresel kıtlık endişesi Bütün bu haberleri, olayları, gelişmeleri takip eden sağlıklı bir kişinin madden ve manen bir çöküş yaşamaması için kaya gibi sağlam imanı, inancı ve iradesi olması gerekiyor. Nitekim her birimiz en son şu korona sürecinde dahi çevremizdeki dostlarımızdan, yakınlarımızdan bazılarının süreçten nasıl da etkilenip ölüm korkusuyla evinden çıkamaz hale geldiğini bizzat gözlemledik. Ecdadımız; "duvarı nem, insanı gam yıkar" diye boşuna söylememiş. Birçok hastalığın zemininde stres, üzüntü, kaygı gibi psikolojik sorunların olduğunu, bu noktada insanların kendi kendine telkin vererek iyileşebileceğini ya da tam aksine hastalık hastalığına tutulabileceğini hem bilgi bakımından hem de gözlem bakımından hepimiz biliyoruz. pushfn('ads'); Politik bağlamda da böylesi bir süreçten geçiyoruz. Doğrudan zihinlerimizi, kalplerimizi ve neticesinde eylemlerimizi hedefe alan bir süreç yaşıyoruz. Yalnızca bir grup insanın yaşadığı bir ruh halinden bahsetmiyoruz. Kaygı, stres ve ümitsizliğin dünya genelinde yaygınlaştığı bilinen bir durum. Bu günlerde yaşadığımız sürecin başlangıcını 11 Eylül 2001 saldırısı üzerinden başlatsak yerinde olacaktır diye düşünüyorum. Kendilerini tehdit eden "potansiyel düşmana" karşı birlikte hareket etme güdüsü 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısı sonrasında Avrupa'da önemli bir politik araç haline getirildi. İlk başlarda beklenen etkinin oluşmamasından ötürü olsa gerek çeşitli Avrupa başkentlerinde birbiri ardına patlayan ama sonradan da bıçak gibi kesilen terör saldırıları ile son 15 yıldır Avrupa genelinde mültecilerden, göçmenlerden kaynaklı güvenlik sorunlarının olduğu ve yerleşik Avrupa kültürünün tehdit edildiği düşüncesi hakim paradigma haline getirildi. Böyle söylüyoruz, çünkü dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, Avrupa'da milliyetçi dalganın yükselişi yalnızca aşırı sağ partiler ile bağlantılı olmayan daha genel bir yayılım göstermektedir. Halbuki bugün ortalama bir Avrupalıya "sizinle 60 yıldır beraber yaşayan Müslümanlardan İslam inancından kaynaklı olarak bugüne kadar ne zarar gördünüz" diye sorulsa alacağınız cevap çok açık bir şekilde "hiçbir zarar görmedik" olacaktır. Resmi istatistikler, gözlemler, raporlar bunu doğrular niteliktedir. Fakat "potansiyel terör" yaftası sanal olarak oluşturulmuş ve gerçek gibi algılanır hale getirilmiştir. Domuz ve kuş