Kişisel bir kıyamet: Dalgakıran

Craft'ın yeni oyunu 'Dalgakıran' korkunç bir kayıp yaşayan genç bir adamın içindeki boşlukla tanıştırıyor izleyiciyi. Simon Stephens'ın monolog formundaki oyununu Serkan Altunorak'ın tek kişilik etkileyici performansıyla izliyoruz.Londra'da yaşayan, ürün fotoğrafı çekerek beklediğinden bile iyi para kazanan bir fotoğrafçı Alex. Ailesine şirinlikleriyle her istediğini yaptıran bir kızı (Lucy) var.10 küsur yıllık beraberliklerinde hâlâ âşık olduğu bir kadının (Helen) eşi. Üst rütbeden emekli bir subay olan, biraz bilgiç, biraz dominant bir adamın (Arthur) damadı. Kendisi söylemese de fark edeceğiz zaten, Alex'in içinde kocaman bir boşluk var. 'Denizin ortasında yüzlerce metre derine inen bir duvar' gibi, bir dalgakıran gibi, dibe doğru açılan bir boşluk. Onu dibe çeken, dalgaların arasında oradan oraya sürükleyen; hayatın, en çok da Tanrı'nın anlamını sorgulatan bir boşluk. Tarifsiz bir acı, geri getirmesi mümkünsüz bir kayıp... Sonra pişmanlık, zamanı geriye alma hissi belki, bir yakınını -adlı adınca ağzından bir türlü çıkmasa- da öfkeyle suçlama hissi... Alex'in içindeki boşluğu dolduran duygular bunlar. Şimdi, kesif bir depresyona sürüklenmiş bu genç adam, sandalyesinden ayrılmadan bize içindeki boşluğu tarif etmek üzere karşımızda...Haberin Devamı'Dalgakıran' Türkiye'de en çok 'Punk Rock', 'Pornografi' oyunlarıyla tanıdığımız önde gelen çağdaş İngiliz yazarlardan Simon Stephens'ın kaleminden çıkma, monolog formunda bir eser. Stephens oyunu 2008'de Londra'daki Bush Theatre için yazmış. Bir duyguyu alıp onun içinde derinleşerek yazılmış. Beklenmedik anda başa gelen bir felaketi, kişisel kıyametini yaşayan bir adamın içinden taşanları anlatmış Stephens. O nasıl anlatmak istiyorsa öyle: Bazen anları, jestleri, diyalogları hatırlayıp gülümseyerek... Bazen çaresizlik hissiyle titreyerek, ailesinin bireylerini derinlemesine ya da çok ufak özellikleriyle tanımlayarak... Bazen hikâyeyi bölüp parçalayarak bazen de doğrusal bir akışla aktararak...Orijinalinde 30 dakika olan anlatı, 60 dakikalık bir yorumla hazırlanmış Çağ Çalışkur'un rejisinde. Yüksekçe bir platformun üstündeki sandalyesine yerleşmiş halde karşılaştığımız Serkan Altunorak, karakteriyle bütünleşmiş, aşina olduğumuz o net oyunculuğuyla, seyirciyi 60 dakika boyunca kendinde tutmayı başarıyor. Ki dalgalı formuna, aralardaki yumuşak geçişlerine rağmen hayli trajik, sona yaklaştıkça gerilimi hissettiren, zorlayıcı bir metin elindeki malzeme.Haberin DevamıAltunorak'ın farklı duygu ve an geçişleri arasındaki gidiş gelişleri son derece tatmin edici... Yine de acaba daha sakin başlayıp bizi finale sürükledikçe mi o dramatik hatta yoğunlaşsaydı diye düşünmeden edemedim.Oyunun başında, Alex'in tutkulu anlatımı eşliğinde tanıştığımız Arthur'un, oyunun neden bu kadar da merkezine oturduğunu -finalde dinleyeceğimiz sahneye rağmen- anlamlandırabilmiş değilim. (Yanıtı ikilinin arasındaki 'inanç' tartışmalarında arayabiliriz elbette ama her izleyici kendi kararını versin...) Yazarın ve oyunun niyeti burada ne yazık ki tam da açığa çıkmıyor.Bütüne bakarsak 'Dalgakıran' oyuncu ve seyirci için hayli zorlu