Günah, tevbe ve istiğfâr

Âdemoğlu fıtratı itibârı ile günahlara ve azgınlıklara oldukça meyyâl olarak yaratılmıştır. Günahlar ise; iki taraflı bir madalyon gibi düşünüldüğünde, bir tarafı oldukça câzibeli ve gösterişli olarak nefis-i emmâreye bakar ve onu kendisine âşık eder. Fakat aslında ilâhi imtihanın bir hikmeti olarak günahların asıl vechesi, oldukça karanlık ve çirkin olarak madalyonun öbür tarafıdır. İnsanların pek çoğunun fark edemediği bu karanlık ve çirkin taraf, ancak imân nûru ile görülebilir ve takvâ kuvveti ile onların şerlerinden sakınılabilir. Kalpteki iman seviyesi her zaman aynı seviyede bulunamayacağından dolayı, Müslüman zaman zaman günah ve ma'siyetlere mâruz kalabilir. Bu durum hilkatin bir gereğidir ve normaldir. Ancak normal olmayan, günahın sürekliliğidir. İşte bu açıdan Müslüman'dan istenen şey, içerisine düşülen bu günahtan derhal teberri etmesi ve Allah'a tevbe-i istiğfarda bulunmasıdır. pushfn('ads'); Cenab-ı Hakk'ın şu âyet-i kerimesi, "Ve onlar çirkin bir iş yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman, (derhal) Allah'ı zikredip, günahlarının bağışlanmasını isterler. Zaten Allah'tan başka, günahları kim bağışlayabilir Hem, (onlar) işledikleri (günahları)nda kendileri, bile bile ısrar etmeyen kimselerdir..." (Âl-i Îmrân, 135) bu önemli konuyu tasrîh eder. Günahlar, mâhiyetleri itibârıyla tıpkı zehirli bal gibidirler. Kısmen verdikleri cüz'î bir lezzete mukâbil, oldukça yüksek dozda elem tattırırlar. Üstelik devamı halinde kalpte tedâviyi zorlaştıracak derecede tahrîbat da yaparlar. En kısa zamanda, işlenen günahlardan tevbe ve istiğfâr ile temizlenilmediğinde, âhiret de dâimi elemlere de mâruz kalınabilir. Bir başka açıdan ateşe benzetilen günahlar, söndürülüp önü alınmazsa, çok büyük yangınlara sebebiyet verdiği gibi; kalbî ve rûhî hayatı tamamen çökerten mânevi virüslerdir aynı zaman da... O halde nefs-i emmârenin de gıdası olan günahları, vakit geçirmeden terk etmek ve bir daha da asla onlara dönmemecesine tevbe etmek ve istiğfar ile o mânevi lekeleri kalpten silmek, akl-ı selîm sahibi bir mü'minin şiârı olmalıdır. Zîra, ebedî saâdeti kazanmak maksatlı