Dinler nereye gidiyor

Kurumsallaşma dinlerin en büyük handikaplarıdır. Zira sürekliliklerinin ve korunmalarının bir gereği olarak kabul edilen kurumsallaşma zorunluluğu, dinlerin özlerinden uzaklaşma sürecini de beraberinde getirmiştir. Tümüyle insan inşası olan bu güçlü yapılar, insanı kuşatmakla kalmaz baskısı altına da alır. Her kurum, hiyerarşisini ve iktidarını bir türlü doğurur çünkü. Böylece iktidarlarını kurmuş kurumsal dini yapılar, yasalarını oluştururken bir nevi kendilerini de koruma altına alırlar. Sorun tam da burada başlar; kul ile Allah arasına kimse giremez anlayışı, iyi niyetlerle başlanan yolculukta, bile-isteye göz ardı edilir ve kurumlar dinlerin kendisi haline gelir. Kurumsallaşmış-hiyerarşik bu yapılar eleştirel düşünceden uzak, algıyı aşan, esası öteleyen, dolayısıyla kişinin kendi oluşumunun önünde engel teşkil eden ve böylece derinleşme imkânı bulamamış bireylerden oluşan yığınlar yaratır. Nitekim büyük fotoğrafa bakıldığında, tüm dinlerin verdiği görüntü bundan ibarettir. Sorgulamamış, içselleştirmemiş, verileni olduğu gibi kabul etmiş, 'sen anlamazsın tabi ol' denildiğinde sesini çıkaramamış kalabalıklardan, erdemin-iyiliğin-doğruluğun hâkim olduğu bir ahlak dindarlığı beklemek hayaldir.Dini yapılar, gelişen dünyanın taleplerine kendilerini kapatarak, dinden ziyade yapıyı yani dönemsel anlayışı muhafaza etme eğilimindedir. Kanonik eserlerin büyük çoğunluğu, dönemlerinin sosyolojik gerçekleriyle örtüşen bir diskura sahiptir. Bireyin düşünceleri o günün toplumundan ve sisteminden bağımsız değildir. Söyleneni olduğu gibi kabul etmek dönemin tabiatındandır. Kral, sultan ya da padişah ne derse o doğrudur o yapılır, itiraz edilemez anlayışı, dini yapılar için de geçerlidir.Oysa coğrafi gelişmeler, bilimsel, zihinsel ve teknolojik devrim günümüz insanını bambaşka bir evreye taşıdı. Artık birey 'kendisi' olmak istiyor. Toplumcu kültür ya da kurumsal din, gelenekçi tutumunu gözden geçirmediği sürece günümüz insanıyla barışık bir tutum oluşturma ihtimalini yitirdi. Yansımalarını tüm dünyada görüyoruz.ZİHİNSEL DÖNÜŞÜMÜN İNANCA ETKİSİKırılmanın ve değişimin baş döndürücü bir şekilde gerçekleştiği bu dönemde, boş bir direnç ve gülünç itirazlar yapma yerine, olgunun ve gelişmelerin farkına varmak ve temelde yatan sebepleri soruşturmak, meselenin muhataplarının birincil görevi. Ancak şu sorular mühim; dünyadaki gelişmeleri algılayıp-yorumlayacak pozisyonda mıyız İnsanlığa söyleyecek sözümüz var mı Evrene-evrensele ne kadar talibiz Benzer sorular muhataplarını arıyor. Dinlerin geleceği bu soruların cevaplarına bağlı. Umursamaz bir iyimserlik içinde olanlara şunu da hatırlatalım; her şeyi olduğu gibi kabul edecek nesilleri beklemek artık rüyada olur. Günümüz insanı daha doğrusu özgür birey, gerçekçilik istiyor. Büyük annelerimizin büyük babalarımızın anlayışını değil, zihnini tatmin edecek cevaplar arıyor. Nirengi noktası tam da burası. Bir nesil sonra