Neden başaramıyoruz, bu çatlaklar neden

Tam sevindik derken, yine kısmen hüzne boğulduk. Boğuluyoruz. Yine eyvah demeye başladık. Yıllarca bu memlekette Müslümanların biraz olsun rahat nefes alabilmeleri için uğraşan, çalışan, elindeki imkanları ile her yönde hizmet etmeye çalışan, bunun içinde mahkemeden mahkemeye koşan, tabutluklarda çileler çeken, cezaevlerinde yatan o muhterem ve şerefli dava insanlarının hizmetleri meyvelerini verdi derken, bir de ne görelim güneşin altında karın eridiği gibi kısa zamanda o değerlerin tekrar elimizden uçmaya başladığını görmez miyiz Dün birer mücahit(!) olan birçok gencimiz; makamı, parayı, geçmişte bulundukları ortamı unutarak hem renk hem de saf değiştirdiler. Sınıf atladılar(!). Geçmişteki mücahitliklerini unutarak zamana uygun birer müteahhit oldular. Mütevazı hayat yerine lüks bir hayat yaşamayı tercih ettiler. Bugün birçok genç kızımızın ve genç oğlumuzun altında milyarlık arabalar var. O kafe senin bu kafe benim diye geziyorlar. Bir bardak çaya 40-50 TL verebiliyorlar, en pahalı ayakkabı, en pahalı çanta, en pahalı gözlük ve aksesuarları kullanmaktan çekinmiyorlar. Üzerlerindeki elbiseler değişmiş dar ve streç pantolonlar (Maalesef şimdilerde bir kısım erkekler tamamen vücuduna yapışık dar elbiseler giyiyorlar). Dün başını kapamak için mücadele edenler şimdi başlarını açtılar. Dekolteler giyinmeye başladılar (Davasına sahip çıkan ehli imanı tenzih ederim). Hani geçmişte kaldığı yurtta ve geçici olarak çalıştığı hafta sonu işlerinde, ekmeğini hizmet arkadaşı ile bölüşen o fedakâr(!) dava insanı gençler... Şimdi öyle veya böyle şirket sahipleri olmuşlar veya bir yolunu bularak devletin bir biriminde kendilerine yer buldular. Normalin üstünde gelirleri ve nüfuzları var. Bir nevi taşı sıksalar su çıkartacak durumdalar Şimdilerde geçmişteki ekmeğini bölüştüğü arkadaşını tanımıyorlar bile Belki de o eski arkadaşını saf ve gerici görüyordur bile... Peki, neden bize daima, sızlanmalar, şikâyetler, bağırmalar, vahlar, eyvahlar düşüyor Hiç mi gülmeyecek bu bahtı kara, sinesi yanık dava yolcularının yüzü Veyahut inanmış insana yakışır mı bu hal Yakışmaz Müslümana aczinden ötürü sızlanmak yakışmaz. "İşte zamanımızda cihat yaptığını zannedenlerin ekseriyetinin hali budur. Bununla avutur kendisini, yüreğinin soğutan başlıca teselli bulunduğu nokta, onun hiçbir fayda temin etmeyen şahsi, enfüsi feveranıdır. Yazık ve ne garip! Düşmana karşı birlik olma silahını ihmal edip, aczin ifadesi olan yollara sapıyoruz. İmanımızı hançerleyenlerin menfur tefrika metotlarını hala anlayamamışız!... Hâlâ bizi boğmaya çalışan son varlığımızı da yutmak isteyenlerin taktiği anlaşılamamış! Bu hal Müslümanlar için bir zulümdür. Çünkü Peygamber Efendimiz (SAS): "Müminin ferasetinden (Bir bakışta hadisenin gerçek yüzünü anlamasından) sakının çünkü o, Allah'ın nuruyla bakar" buyurmaktadır. O halde gerçek Müslümanlar düşmanları tarafından çevrilen dolapları sezmek, anlamak, tespit etmek zorundadır. Seller gibi kanımızı akıtarak müdafaa ettiğimiz, yıllarca uğrunda can verdiğimiz topraklardan haris menfaatleri bizi kovan veya topyekûn milli bütünlüğümüze kasteden düşmanın oyununa gelmekteyiz. İslam'ın maddeleştirdiği örnek şahsiyet ve var olma anlayışından habersiz, bilmeyerek aramızdaki vahdeti yıkmaya çalışıyoruz. Mücadele metotlarını bilmiyoruz. Gerçek maksadımız olan, İslam'a hizmeti Hz. Peygamber'in (SAS) metodunu kullanarak yapmalıyız. Önderimiz her hâlükârda o olmalı, ama herhalde gerçekten tahkiki bir imana sahip olamadığımızdan olacak ki, düşmanın bize oynadığı oyunu sezemiyoruz. Peygamberimizin beyan buyurduğu, tavsif ettiği Müslüman gibi, bu menfur emeli, sarsılmayan imanımızla tespit edemiyoruz. Memleketimizdeki İslami gelişmeyi yakinen izleyen düşman, Müslümanları birbirine düşürmek sureti ile bu mesut hadiseyi baltalamaya çalışıyor.". Yazının sonuna doğru yer alan birkaç paragrafına daha yer vererek, birlikte okumaya çalışalım: "Küfür cephesindeki korkuyu, endişeyi, paniğe, yenilgiye çevirerek birliğimizi kuvvetlendirmeliyiz. Bunun için kalplerin aynı duygu ile çarpması, ruhların aynı şeyi hissetmesi lazım. Bütün şahsi düşünceler bir yana, her şeyden evvel İslami davaya sarılmalıyız. Tıpkı İslam'ın ilk devresindeki sahabe gibi. O sahabe ki; şahsına yapılan bütün hakaretlere, tahammülü güç işkencelere rağmen birbirleriyle karşılaştıkları zaman, nasılsın diye sorulan soruya "Yaratan Rabbinin adıyla oku" diyerek ilk gelen ayeti kerime ile