Hazan mevsimi

Yaprakların sarardığını görünce dağda, bağda, bahçede; gayr-ı ihtiyârî, hüzün çöker insanların yüreğine. Tıpkı şairin, hazînâne; "Yine hazan mevsimi geldi Yine yapraklar rüzgârların peşi sıra gidecek" beytinde olduğu gibi

Gençlik, nasıl ki insan ömrünün baharıysa; yaşlılık da hazan mevsimidir her hâliyle; kabul etsek de, etmesek de.

Hani nerede tuttuğunu kopardığın, muktedir olduğun günler Öyle ya, o günler gençlik günleri, dinçlik günleriydi. Diğer bir deyişle, birçok şeyi "tozpembe" gördüğün günlerdi o günler...

Uykuya doymaz, lezzete kanmazdın o demde.

Aldığın tatlar, kokladığın kokular, bakmaya doyamadığın renkler ve dahi meftun olduğun güzellikler bile bir başkaydı o dönemde.

Kim bilir ne rüyalar, ne hülyalarla avuturdun gönlünü. Belki de, bazen elin yetişmeyip "Ah" dediğin olmuştur. Gönlünün gönlü, hayal vüs'atinde değil miydi o zamanlar Her çiçeği dolaşırdı emellerin bir bir, kelebekler gibi. Ele, avuca sığar mıydı hiç

Derken, geldin çattın bu güne...

Bir gün, televizyon muhabiri Güçsüzler Yurdundaki yaşlı nineye mikrofon uzatarak, "Teyze! İstediğin bir şey var mı" diye sordu.

Miadını doldurmuş, cemalini soldurmuş hanım teyze, önce, şöyle bir iç geçirdi derinden derine. Ufka uzanan hülyalı bakışlarının ardından:

"Aaah evlâdım, gönül ne istemez ki Ama, zaman kalmadı" dedi hasretle, hüzünle.

Giden gitmiş, zaman geçmiş, ne çâre...

His ve hevesin hâkim olduğu, aklın ise sukût ettiği o günlerde nefsini dizginleyip, Mevlâ'sına yönelenlere ne gam.

Bugün gıcırtılar mıcırtılar başlamış; haberciler gelmiş, dayanmış kapının eşiğine. Madem düne dair bir şey yapmak mümkün değil; öyle ise bu günü, hatta şu anı kurtarmanın çaresine bakmalı.

Risale-i Nur'da, "Nasıl ki öylelerden biri ağlayarak demiş" diye başlayıp nakledilen; "Keşke gençliğim bir dönseydi; ihtiyarlık benim başıma ne kadar hazin hâller getirdiğini ona şekva edip söyleyecektim" (Lem'alar, 233) ibaresi, gidenin dönmeyeceği, "eyvah" demenin de, hiçbir fayda vermeyeceği hakikatini bize hatırlatıyor.