Gün, geceden başlamış

DürrrrtGüneşin ilk huzmelerinin henüz yeryüzüne ulaşıp tan yerinin ağarmaya, mahlûkatın kımıldanmaya, artık günün uyanmaya başladığı sabahın erken saatinde bu düdük sesi de ne! Her zaman olduğu gibi, Hatip Çayı üzerindeki küçük ve dar demir köprüden geçip, Kayaş semtini boydan boya fizikî olarak ikiye bölen Ankara-Samsun kara yoluna henüz yaklaşmıştım ki, düdük sesiyle irkildim. Sesin geldiği tarafa başımı çevirdim, baktım; bir manga kadar olduğunu tahmin ettiğim askerleri ve başlarında bulunan başçavuşu gördüm. Esasında, aramızda düdük çalmayı gerektirecek kadar fazla bir mesafe yoktu, ama resmiyetin raconu bu ya; bir "dürrrrt" sesi fırlatıldı, haki renkli kıyafetin içindeki bedenden. Askerî bir üslupla: "Nereye" diye sordu, başçavuş. "İşe gidiyorum" dedim. "İş, miş yok!" diye cevap verdi, âmirane edayla. Sonra, azarlarcasına: "Duymadın mı Ordu idareyi ele aldı" dedi. Başçavuşun bu ifadesinin eş anlamı, "Darbe yapıldı kardeşim, darbe"; ya da, "Askerî İhtilâl oldu" sözlerinden biriydi. Demek ki bugün, gün, geceden başlamış! O gün, Türkiye'nin yakın tarihine metazori çakılan ve zihinlere derince kazınan 1980 yılının 12 Eylül günüydü. Yani, bugünkü genç insanlarımızın hatırlayamayacağı ve dolayısıyla, birçoğunun mahiyetini bilmediği o karanlık gün Çalıştığım işyeri, Yenimahalle'de; evim ise, Kayaş'ta idi. Her mesai gününün sabahı, sabah namazını evimde kıldıktan hemen sonra; mevsimine göre bazen de namazdan önce evimden çıkar, dolmuşla Ulus'a varır, orada, Zincirli Camide namazımı ucu ucuna kıldıktan sonra, camiye yakın bir noktada bulunan dolmuşa binip, işime giderdim. Görev icabı taşraya gittiğim zamanlar dışında, Ankara'da bulunduğum günlerdeki hayatımın rutin işlerinden bir bölümü böyleydi. O gün de yine aynı saatte, aynı maksat ve aynı usulle yola çıkmıştım, ama bu defa, yol alamadım; görevliler tampon oldu, durdurdu. Eh, ne yapalım "Emir demiri keser" deyimi gereğince, emir, şu an yolumu kesti. İntisap sırrıyla, başçavuş, kale gibi karşımda! Çaresiz, ters yüz geriye döndüm; evimin yolunu tuttum. O akşam, evimde, siyah-beyaz televizyonumuzun ekranında, günün belli saatlerinde yayın yapabilen Türkiye'nin tek televizyonu TRT Ankara Televizyonunda Askerî İhtilâl'in lideri, bütün haşmetiyle ve milletine beslediği olağanüstü şefkatiyle (!) arz-ı endam eyledi. Vatanı nasıl kurtardıklarını, sırasıyla anlattı. Bilhassa, asayişin iyice bozulduğundan bahisle, uçakla Fatsa üzerinde bulundukları esnada telsizle bir ikaz aldıklarını ve kendilerine; "Aman paşam, irtifa yükseltin, aksi hâlde terörist ateşine maruz kalırsınız" dendiğini, dramatik bir üslupla