Doğduk, büyüdük ve bu günlere geldik bu topraklarda. Bize bunu lütfeden Cenab-ı Hakka binlerce şükür; bu toprağın uğruna toprağa düşenlere de, şükran borçlu olduğumuz ülke Türkiye.
Türkiye'nin fizikî, coğrafî, siyasî konumunu anlatmaksa, mesele; çünkü anlatacak çok şey var:
Azerbaycan'la birlikte sekiz ülkeyle sınırı bulunan ve bunlarla komşu; Akdeniz, Ege Denizi, Karadeniz'le çevrili; tamamı sınırları içindeki Marmara Denizini bünyesinde bulunduran; dört mevsimin dördünün de yaşandığı; derelerinin, çaylarının ve nehirlerinin beslediği topraklarından -ekilirse- bereketler fışkıran; birçok ırkın asırlardır birlikte yaşadığı 814 bin 578 metre kare yüz ölçümüne sahip bir ülke, Türkiye.
Şeyh Hamudüddîn-i Aksarayî, onun talebesi Hacı Bayram-ı Veli, onun talebesi Akşemseddin ve onun da talebesi Fatih Sultan Mehmed Han'ın toprağı.
Mevlâna'nın, Hacı Bektaş-ı Velinin, Taptuk Emre'nin, Yunus Emre'nin ve nice gönül erlerinin üzerinde yaşadığı; Ebû Eyyup el- Ensârînin şehit olup yattığı ve... Fahr-i Âlem Efendimizin (asm) müjdesiyle şerefyâb bir memleket Türkiye.
Ve dahi, Bediüzzaman'ın, "Mekke'de olsam da buraya gelmek lazımdı" dediği ülke.
Asırlardır İslâm'ın bayraktarlığını yapmış bir memleket.
Evet, evet; burası Türkiye...
Tamam da, bu, "Burası Türkiye" sözüyle kastedilen, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız değerlerden başka bir şey!
Her olumsuzluğun ardından sarf edilen bir herze: "Burası Türkiye" sözü!
Adam alıyor, çalıyor ve peşinden ekliyor: "Burası Türkiye."
Harami zâde insanların dillerinde pelesenk!
Sanki her fena şey bu ülkenin kaderi; sanki her kötülüğe yeltenmek bu ülkede mübahtır!