Bir dünyayı bir çantaya sığdırmak

"Gönül" denen kalbin gizli cebine neler sığmıyor ki. Bugünün dünyası, dünyanın acıtıcı ve elemnak şartları insanı ne hâllere koyuyor, ne hâllereGün oluyor, bedenine; gün oluyor, beldesine, gün oluyor dünyasına sığmayan insan, buna rağmen, dünyasını bir çantaya sığdırıyor; yani, sığdırmak zorunda kalıyor. Sığdırıyor sığdırmasına da, bir bakıma sığdırılan dünya değil, hülyadır. İnsan, düşüncelerinin makes bulmadığı yerlerden, bir çantayla yola çıkıp, başka yeri yurt etmeye koşuyor. Hayat, bu! Kolay mı Arkasında çok şeyleri bırakmak, kolay mı Aş, iş, eş dünya hayatının olmazsa olmaz; başka şeyle yeri dolmaz konusu. Âdemoğlu, beşikten mezara kadar bu gailenin içinde... Veren, O; verdiğini alan, O. Ama insana, çalışmak, verilene ulaşmak; gerekirse bunun için, hicret etmek düşüyor. Bu ulaşma fiili bazen elinin altında, bazen ufkunda, bazen de dünyanın bir başka ucunda olabiliyor. Takdir-i Hudâ bu. Çareler tükeniyor; rızık seni mıknatıs vâri, kendi bulunduğu, tahsis olunduğu yere çekiyor. Balığın karnındaki Yunus Aleyhisselâm gibi, âdeta bütün esbab sükût ediyor; şartlar, istesen de istemesen de seni, oraya celp ediyor. Hadi gitme bakalım, elindeyse gitmemek. Zira takdir-i Hudâ, bu! Sana, sevdiklerini sevmediklerini; aşkını meşkini; lâzım olan her şeyini -ki bu "her şey", 25 kg ile sınırlı- bir çantaya sığdırarak çağrılan yere seğirtmekten başka çare kalmıyor. Dedik ya, aş meselesi, iş meselesi; "takdir" ise, eş meselesi... Bazı şeyler insan iradesinin dışında cereyan ediyor. O yirmi beş kiloyla sınırlı çantaya dünyayı sığdırmanın