Rüzgârı okurken

Ne çok şeyi üstünkörü öğretmişler öyle! Rüzgârın dilini bile yanlış tercüme etmişler.Vuuu... diye belletmişler o bestesini de... rüzgârı küstürmüşler. Meğer rüzgâr kardeşle nefesimizin dili aynı imiş. Huuu... seslenişleriyle esermiş rüzgâr ve nefesim her nefes Huuu... diye sonsuz varlığın adını söylermiş. Rüzgâr... Az önce, ha! Aah! Alnıma dokunup gitti; tutamadım. Alnımda, yüzümde, gözlerimde bırakıp gittiği aşkını unutamadım. Sen misin rüzgâra tutunan; gelip gidip öpüyor yanaklarımdan, alnımdan. Bütün bedenimi sarıp sarmalıyor. Ooh! Ben rüzgârları seviyorum. Adları ne olursa olsun mu Olsun da... şeey... yıkıp geçenlerden korkuyorum yalnız. Eline geçirdiğini savuranlardan... Orda da vazifeli... Anlıyorum: Ya Celâl... fırtınaları estiriyor. Ya Cebbar... Ya Kahhar... Ya Hâkim... Ya Hakîm... Konuşurum onlarla. Evimin perdeleriyle oynaşır. Gelir gözlerimde sırnaşır. Meltem olur fısıldaşır. Nerden çıkar gelir, nereye gider! Nerelerde, hangi kuytularda yorululur da uyur uyanır; nerden bilebilirim! (Benim bildiklerim; yanıldıklarıma yetmezmiş ki... kulakları çınlasın babam öyle söylerdi.) El ele tutuşur gezeriz, göz göze geliriz bu rüzgârlarla. İlk, ta çocukken tanıştım rüzgârlarla. Uçurtmalarımı uçururdu. Renk renk uçurtmalarım vardı benim; bilemezsiniz. Bilemezsiniz o uçurtmalarla uçtuğumu. Çocukluğumu nerden bileceksiniz! Şu ân gözlerimdeki o uçurtmaların hasretini, çocukluğumun pembe rüyalı günlerini... nerden bileceksiniz! O sevinçler bana nerden gelirdi, o rüzgârları bana kim gönderirdi; o zamanlar anlatmadılar bana pek öyle! Rüzgârdı; esip geçerdi, işte! Anlatmadılar; her yanımın