Eylül ya da veda Eylül ürperişleri

Yok, yok!Yaşadığımı zannetme; nefes alıyorum diye; unutuyorum yaşamayı sık sık; bulutları, gökyüzünü göster! Perdeyi çek, pencereyi aç: "Eylülü görüyor musun" de! Boş bırakma beni; ara sıra "havadan sudan" bahset! Yaşadığımı hatırlat; lütfen! Eylül... Yakama yapışık gibi... Sokuluyor incecik yanlarıma; Bana âşık gibi! Ben eylülü tanırım; Bir gurbet akşamına benzer! Odalara düşen veda kokusu... Eylül hem ölüme benziyor, Hem ayrılığa... Hem de seviyoruz geldi mi! Artık eylül... Bir gül hatırını bekleme zamanı... Sonbahar derken kış... Gündüzler kısalır; Geceler uzarmış. Artık eylül... Ölüm gibi bir şey... Kışa yakın; Bahardan çok uzak... Ve en yaşlı mevsim; Muhakkak... Anlamıyor musun; geçiyor zaman! Değişiyorsun aynalarda durmadan! Bir feryat gibi ağaran saçların; Anlamıyor musun; adın yolcu! Ha batan gün... Ha biten ömür... Vedalar çok telâşlı, anne! Eylül bir hatıra gibi geldi! Çok tanıdık bir yüz... Ölüm kokulu ay... Eylül... İkindi renkli ay... Veda bakışlı... Eylül... Altın nakışlı... Ayların en çocuğu... Evet... Böyleydi İstanbul sonbaharları... Ürperirdim usuldan. Bir aşk gibi sokulurdu şehir. O da üşürdü. Camlarda yağmur, ağlarda balıklar... İstanbul mu aşka; Aşk mı İstanbul'a benzerdi; Ayıramazdım. Mevsimleri unuttuk; günlerin gürültüsünde. Sonbahar, bana bak, diyor. Meyveler bir hüzün gibi gülüyor. Kim giriyor tefekkürün kanına! Uzun emeller kör ediyor ölümü; Ölüm herkesin adresini ezbere biliyor! Ve