Eski fotoğraflar (2)

Eski bir fotoğraf... Arkadaşlarım, ve saire... Ağlamak geldi içimden. Zaman bir rüzgâr gibi... Savurmuş herbirimizi... Hayatı doyasıya koklamak elimizdeyken oradan -o gençlik hızıyla- uzaklaşıp altmışlı yılların merdivenini ağır ağır tırmandığını görünce ağlasan ne! Haşim işte bu yorgun adımları döşemiş yollara: "Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden. Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak... Ve bir zaman semaya bakacaksın ağlayarak." Zamandan, ayrılıklardan, mecazi aşk yangınlarının küllerini eşelemekten müştekilerin bakışları bana çok tanıdık gelir. Eyvah, gelmez o günler, o gençlik, o heyecan, o, o, o neler... Hele ölümün ayak sesleri kendini iyice hissettirdiğinde, dünyanın çok da geniş olmadığını anladığımızda şairlere biraz daha kulak veririz. Ne hayal peki Ayrılık mı, ölüm mü, yoksulluk mu Şairler hakikati(n ta kendisini) ya incecik ya görünmeyen iplere dizince bu yüzden uzağımızda kalıyor belki de! Karacoğlan hepimizin derdini bir çırpıda teline dolamış: "Üç derdim birbirinden seçilmez: Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm." Hangisi hayal bu üçünden