Milli Mücadele'nin Efsane Kadınları

Ülkemiz, uygulanan sakat ve dayanaksız ekonomik ve mali politikalar nedeniyle ağır ekonomik sorunlar yaşamaktadır. "Ben ekonomistim" diyen Erdoğan'ın "Faiz sebep, enflasyon sonuçtur" sloganıyla başlattığı ekonomi politikası duvara çarpmış bulunuyor. Enflasyon yüzde 19'lardan yüzde 107'lere fırladı. Döviz yükselişi sürüyor, TL'nin değeri düşüyor. Uygulanan sakat ekonomi politikaları nedeniyle, gelir dağılımı adaletsizliği daha da derinleşti. Dar ve sabit gelirliler zor durumda, her gün daha da fakirleşiyorlar. Ancak her gün zengin kesimlere kâr transferi sürüyor. Türkiye'nin dış ticaret dengesi sürekli açık veriyor. Toplam dış borç 451.2 milyar doları buldu. Bir zamanlar dünyada ilk 10'un içine girecek düzeyde olan Türkiye, giderek fakirleşiyor. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları, Türkiye'nin kredi notunu sürekli düşürüyor. DEVRALINAN MİRAS Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye'nin nüfusu 12 milyon düzeyindeydi. Devralınan ekonomik durum çok olumsuzdu. Osmanlı'dan devralınan 129 milyon TL dış borç vardı. Kişi başına düşen milli gelir sadece 45 dolardı. Cumhuriyet hükümetleri kamunun öncülüğünde karma ekonomi modeli uyguladılar. 1923-1938 arasında yılda ortalama yüzde 7.4, sanayide yüzde 9.6, tarımda yüzde 7.6 oranında büyüme yakalandı. Türk Lirası, ABD Doları karşısında değer kazanmaya başladı. KAMUYA DAYALI EKONOMİ Özellikle 1930'dan sonra, beş yıllık planlar çerçevesinde, "Kamu İktisadi Teşebbüsü" kavramı kapsamında fabrikalar ve kurumlar kurularak sanayiye yönelindi. Dokuma fabrikaları, şeker fabrikaları, ağır sanayi tesisleri kuruldu. Kamuya dayalı bu politikalar, Türkiye'yi ekonomik yönden mucize düzeylere taşıdı. 1961 Anayasası ile kurulan Devlet Planlama Teşkilatı çok önemliydi, böylece planlı ekonomiye öncelik veriliyordu. 1980'li yıllara gelininceye kadar Cumhuriyet denilince sadece hükümet modeli değil, Cumhuriyetin ekonomik kazanımları da söz konusu olurdu. Demiryollarından, fabrikalardan, sanayi atılımlarından söz edilirdi. NEOLİBERAL EKONOMİ 1980'den sonra neoliberal ekonomiye geçildi. Önce Özal, ardından Çiller ve özellikle AKP iktidarı, devlet fabrikalarını elden çıkarmayı çok önemli bir politika olarak benimsediler. Birer birer kamu fabrikaları özelleştirildi. Yüzlerce fabrika değerinin altında satıldı. Atatürk'ten devralınan kamuya dayalı ekonomi politikalarından vazgeçildi. Oysa, İzmir İktisat Kongresi'nin açılış konuşmasında Atatürk, "Türk tarihi incelenirse gerileme ve çöküntü nedenlerinin ekonomik sorunlara bağlı olduğu görülür. Kazanılmış zaferlerin ve uğranılmış başarısızlıkların tümü ekonomik durumla ilgilidir" sözleriyle Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomiye önem vermesini istemişti. Atatürk yine İzmir İktisat Kongresi'nde, "Kılıç ile zafer kazananlar, sabanla zafer kazananlara yenilmek zorunda kalırlar" demişti. Mustafa Kemal, ülke bağımsızlığının ekonomik bağımsızlık ve ekonomik güce dayanması gerektiğini belirtiyordu. MİLLİ MÜCADELE Türk ekonomisinin bugünkü olumsuz durumu karşısında yüzyıl öncesini hatırlamamak olanaksızdır. Milli Mücadele, yokluklar içinde nasıl başarıldı Emperyalizme karşı verilen savaş nasıl finanse edildi 23 Nisan 1920'de açılan Meclis'te görev alan maliye bakanları bu savaşın mali kaynaklarını nasıl buldu, nasıl yönetti İstanbul, Batı Anadolu ve Adana ovaları gibi verimli bölgeler işgal altındaydı. Sadece İç Anadolu ve Doğu Anadolu'nun bir bölümü elde kalmıştı, ancak buraları da gelişmemiş ve fakir bölgelerdi. Meclis'in kabul ettiği ilk yasa, hayvanlardan alınan ve "ağnam" adını taşıyan vergiyi artırma yasasıdır. Gerek subaylar gerekse memurlar maaş alamıyorlardı. İlk bütçenin Meclis'te görüşülmeye başlandığı 1921'in ocak ayında, maaş borçları o günün parasıyla 1.5 milyon lirayı bulmuştu. Ziraat Bankası'ndan 1 milyon 200 bin lira borç alınmıştı. Mali kaynakların yetersizliği askeri gereksinmelere ayrılan paraları da sınırlandırıyordu. İşin özeti şuydu: Türk Lirası yok, döviz yok, hisse senedi yok, daha önce dış borç verenler zaten ülkeyi işgal etmiş, Sovyet yardımı yetersiz, savaş devam ettiğinden üretim ve ticaret de en alt düzeyde... HALK KATILIMI YOKSA KURTULUŞ DA YOK Mustafa Kemal dünya maliye tarihinde ilk kez uygulanan bir topyekûn savunma sistemini yarattı. Ulusal kurtuluşun temel mali gücü olan halk katılımına dayalı "Tekalif-i Milliye" (Milli Yükümlülükler) yasa tasarısı Meclis tarafından kabul edildi. Her ilçede kaymakamın başkanlığında bir komisyon kuruldu. Her ev orduya bir kat çamaşır, bir çift çorap, bir çarık verdi. Esnafın elinde bulunan her türlü kumaş, deri, tel, çivi gibi maddeler, evlerde bulunan silah-cephane, kasatura, benzin, makine yağı, otomobil lastiği gibi araç ve gereçler bu komisyona teslim edildi. Bedelleri savaş sonrası ödenmek üzere kendilerine makbuz verildi. SAVAŞ YILLARINDA EKONOMİK DURUM Milli Mücadele'nin parasal işlerini yöneten efsane maliye bakanları: Hakkı Behiç (Bayiç), Ahmet Ferit Tek, Hasan Saka ve Hasan Fehmi'dir (Ataç). Büyük Taarruz'un hazırlık döneminde, Maliye Bakanı Hasan Fehmi'den istekler çoğalmıştı. Hasan Fehmi Bey anılarında şöyle diyor: "Milli Savunma Bakanlığı'ndan devamlı olarak teklifler sunuluyordu. Bir defasında 400 bin postal için para istendi. 'Ben parayı versem 400 bin postalı nerede, kime, ne kadar zamanda yaptıracaksınız' sorusunu sordum, teklifi geri aldılar. 'GİDİN BEDELSİZ ALIN' Bir keresinde ordu komutanları çeşitli ihtiyaçlar için 10 otomobil istediler, 'İstediğiniz otomobilleri Yunanlar İzmir'de hazırladılar. Orada duruyor. Gidin bedelsiz alın' diye yanıt verdim..." Büyük Taarruz yaklaştı. Ordu sürekli para istiyor. Vergiler alınmış. Hiçbir yerde para kalmamış. Hasan Fehmi Bey şöyle anlatıyor: "Bir gün, Osmanlı Bankası Ankara Şube Müdürü Mösyö Bojeti'yi çağırdım. 'Osmanlı Bankası tarihi anını yaşıyor. Maliyeye 1.5 milyon lira lazım. Bizim bölgelerde 16 şubeniz var, hepsine el koyar kasalardaki parayı