"Türk, Müslüman olduğu için değerlidir"

Necip Fâzıl'a göre Türk, Müslüman olduğu için ümmet yanında değerlidir. Bunun içindir ki bu muhtevayı taşıyan Türk'e büyük kıymet biçer: "Ruhumuzla, îmanımızla mensubu olduğumuz aziz Türk milletinin hak ve haysiyet dâvacısı olarak Türk için orta yol, yarım oluş yoktur. Türk, olunca her şey olmağa, olmayınca hiçbir şey olmamağa mahkûmdur. İslâm'ın zaferi, Türk'ün olmasına bağlıdır." (Çerçeve, s.64) Târif ettiği mânada "Türk" mefhumunun içini doldurmak yüzyılımızın hayatî ve zaruri bir üst kimlik meselesinin hal yoluna girmesi demektir. Türk ırk ve kavmiyet derecesinde bir isim değil, İslâm'ın içinde eriyerek kavim üstü Osmanlı-Türk hüviyetle tecessüm etmiştir. Bu hüviyet öyle bir hüviyet ki bünyesindeki kavimleri millet sıfatının içinde barındırmaktadır. "Bâbıâli" kitabında yer alan "Biz, Türk'ü Müslüman olduğu için sevecek ve Müslümanlığı nispetinde değerlendirecek bir milliyetçilik anlayışının peşindeyiz..." sözleri kimlik meselesini halledememiş Türkiye için son derece önemlidir. TÜRK IRKTA DEĞİL, MÜSLÜMAN OLUŞUNDA ARANIR İslâm'la temellendirdiği Türklük telakkisini yaşadığı bir misâlle açıklar: "Bir gün evime, Kenya'lı, kuzgunî siyah bir zencî gelmişti. Odama girerken beni Müslümanca selâmladı ve benimle, hem de ecnebi bir lisanı vasıta ederek dertleşmeye başladı. Birkaç saat içinde bu zenciye o kadar ısınmıştım ki, siyah kehribar yüzünü bile bembeyaz görmeye başlamıştım. Düşünmüştüm ki, şimdi bu zencî, Romanyalı Hristiyan bir Gagavuz Türk'ü olsaydı her türlü ırkî ve uzvî eşlik içinde acaba bana ne kadar yabancı görünecekti O halde milliyetçiliği ırkî ayniyette değil, ruhî muhteva eşliğinde görmek gerekir" (Çerçeve-3, s.207) Yaşadığı bu hâtırasından da anlaşıldığı üzere Türklük anlayışında ırkçı ve kavmiyetçi değildir. Üstadın mevzu edildiği bir yazıda bizzat yaşadığımız bir misâli aktarmak haddimiz değil, fakat Türklük mevzuna son derece tesirli bir misâl olacağına inandığım için anlatmak istiyorum: Türkiye'de yüksek tahsil yapan Somalili Mahmud simsiyah teninden nur saçan bir ümmetdaşımızdır. Kendisini, cezbeye kapılarak "Anadolu'nun Somali kasabasından bir Türk..." diye takdim ederdi. Öyle ki, aydınlık saçtığı simsiyah teninin altında fikirleriyle, tarih şuuruyla hâlis bir Müslüman Türk... İslâm'ın hâmisi ve ümmetin temsilcisinin Türk olduğuna îman etmişti. Öğrendiği temiz Türkçesiyle Türk tarihini, edebiyatını ve şahsiyetlerini benim diyen Türk insanından daha iyi biliyor, daha şuurlu bir inançla seviyordu. Kim kalkıp da bu insana teninden dolayı "Türk değildir!" diyebilir "TÜRK'TE DÜZELİNCE HER YERDE DÜZELİR" Türkler, Doğu ve Batı hesaplaşmasında topyekûn Doğu'nun mümessili olmuşlardır. (İdeolocya Örgüsü, s. 63) Bu sebeptendir ki Türklüğü kavmiyetçi ve seküler ulusalcı kimlik zannedenler ve Türk'ü dışlayan siyasî İslâmcılar üstadın şu sözleri üstüne çokça düşünmelidirler:"Türk'te bozulan ancak Türk'te düzelebilir. Türk'te düzelince de her yerde düzelir ve her yeri düzeltir. Türk'te her şey bozulunca ondan kopma parçalarda da bozulacağı ve her biri maketlik bir kopyanın eseri olan Batı kölesi güdücüler elinde şimdiki hâle geleceği (sosyolojik) bir kanun icabıydı; ve hâkim millet Türk'te başlayan bir bozuluşun bütün cüzlere sirayet edeceği...belliydi" (a.g.e., s. 421). "İSLÂM'IN AYAĞA KALKMASI TÜRKLERİN DİRİLİŞİYLE MÜMKÜNDÜR" Türk'ü, Büyük Doğu fikriyatının sâdık hizmetkârı sayar. Kavmî yaklaşımlardan uzak ruhî bir bakışla dirilişin Türklerle gerçekleşeceğine inanır. Ona göre, İslâm ümmetinin ayağa kalkması Türklerin yeniden dirilişiyle mümkündür. Emevî ve Abbasilerden sonra Müslüman toplumlardan hiçbiri, "devlet-i ebed-müddet" anlayışına sahip Türk müstesna, devlet kurabilmek gücüne ulaşamamıştır. Abbasiler'den sonra Türk'ün eline geçen İslâm'ın kılıcı, şimdi fikir kılıcı olarak Türkiye'de parlamalıdır. (Rapor 10, s.40) Üstadın, ümmet yerine Türk milleti mefhumunu sıkça kullanmasını tenkit edenler, İslâm âleminin yirminci asır