"Sığınmacılara bir selâm"

Ali Yurtgezen hocanın Semerkand dergisi Haziran 2022 sayısındaki "Sığınmacılara Bir Selâm" ve Mostar dergisi Haziran 2022 sayısındaki "Edebî Eserlerin Tercümesi Ya da Suyunun Suyu" başlıklı yazıları Türkiye'nin iki önemli meselesine temas etmektedir. Bâzı ulusalcı ve ırkçı siyasî partiler ve mahfiller tarafından kışkırtıcı bir şekilde menfî olarak gösterilen Suriyeli "sığınmacılar" Türkiye'nin güya "sıkıntılı ve tehlikeli" meselesi hâline getirildi. Sığınmacı meselesi hakkında çok yönlü yazılar yazıldı ve konuşmalar yapıldı. Siyasî partilerin mensuplarının farklı görüşleri basında her gün yer almaktadır. Bu meseleye dair her kesimin bir kanaati bir fikri var. Tabii ki Müslüman irfanımızın ve milletimizin "sığınmacı" denen muhacirlere bir bakışı ve muamelesi var. Bu bakışın ve muamelenin ne olduğu "Sığınmacılara bir selâm" yazısında anlatıldığı için yüreğimizi ve vicdanımızı rahatlatan ve bizi daha insaflı olmaya sevk eden bu yazıyı paylaşmayı elzem buldum: "Ülkemizde geçici koruma kapsamına alınan Suriyeliler üzerinden belli çevrelerce epeydir mülteci düşmanlığı körükleniyor. Yaşadığımız her krizin Suriyeli sığınmacılara fatura edildiğine şahit oluyoruz. Göç İdaresi'nin verdiği detaylı istatistiklere rağmen yalan yanlış bilgiler, internet üzerinden dolaşıma sokulan kurmaca veya ithal görüntüler toplumu daha çok etkiliyor. Nitekim Suriye'den Türkiye'ye büyük kitleler halinde muhaceretin başladığı 2013'ten itibaren hemen her yıl yapılan onlarca akademik araştırma, anket ve rapor; tarafların birbirlerine karşı hoşnutsuzluğunun giderek arttığını göstermekte. Bu kadar kalabalık bir göçmen topluluğunun bu kadar uzun süre barındırılması kaçınılmaz olarak bazı sıkıntılara yol açacaktı elbette. Fakat bu sıkıntıları tolere etmemiz için sebeplerimiz vardı. Devlet, Suriye'nin kuzeyinde oluşturacağı güvenli bölgelere bu insanları yerleştirmeyi planlamıştı. Böylece güney sınırımızda bir terör devleti kurma girişimini akamete uğratmakla kalmayacak; buraya, gönülleri kazanıldığı için Türkiye'ye sempatisi olan bir nüfusu iskân edecektik. Suriyeli sığınmacı nefretini yaymaya çalışanlar, onların eninde sonunda bu bölgeye döneceklerini bildiği için gönül yıkmaya oynuyorlar bu yüzden. Devlet politikalarının ötesinde Yine de devletçe yürütülen güvenlik politikalarını gözetmenin ötesinde, muhacir sıkıntısına tahammül için bizim daha öncelikli hassasiyetlerimiz olmalı. Mümin kardeşliğine, Müslümanların tek millet olduğu hakikatine riayet hususunda imtihan ediliyoruz meselâ. Müslümanlar olarak asalet, merhamet, düşküne yardım iddialarımızdaki samimiyetle sınanıyoruz. Ancak sığınmacıları küçümseyen, hor ve hakir görüp ötekileştiren, tehdit sayan yaklaşımın yaygınlığı, bu imtihanda bir hayli bocaladığımızı gösteriyor. Meseleye daha İslâmî yahut insanî açıdan bakanlar ise ekseriya mülteci düşmanlığı yapanlara buğz etmekle yetiniyorlar. Bazıları ise kendilerine kardeşlik hukuku hatırlatıldığında "ama" diye başlayan cümlelerle sorumluluklarından kaçışını meşrulaştırmaya çalışıyor. Oysa böyle cümlelerde dile getirilen olumsuzlukların gerçek olması dahi mazeret değil. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi vessellem, 'Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşlerimize yardım'ı (Buhârî, İkrah7) emrediyor. Sahabenin, 'Zalime nasıl yardım edeceğiz' suali üzerine de, 'Onu zulmünden uzaklaştırır veya onun zulmüne engel olursun.' buyuruyor. Hadis-i şerifte zikredilen zulme; başkalarına verilen rahatsızlık, beşerî zaaflardan kaynaklanan kötülük, günah ve yanlışları dâhil etmekte beis yok. Engel olmak için ise bunları yapanlarla ünsiyet etmek şart. Selim duyguların tezahürü Yakın zamanda yayınlanan bir ankete göre katılımcıların yüzde 85'i şimdiye kadar Suriyeli göçmenlerle hiç iletişim kurmamış. Onları sadece duyumlar üzerinden yargılayıp tehdit oluşturduklarına hükmediyorlar. Galiba asıl problemimiz bu. Ülfet ve ünsiyet olmayınca muhabbet ve merhamet de olmuyor. Hatta 'Kişi bilmediğine tanımadığına düşmandır' mütearifesince, sığınmacılarla yakınlaşmaktan imtina, marazî bir düşmanlığa yol açıyor. Öyleyse yapılacak şey belli. Yerini yurdunu terk etmek zorunda kalan kardeşlerimizle yakınlaşmak, onlarla irtibata geçmek. Çünkü 'temas sempati doğurur.' Psikoloji biliminin bu tespitini, Efendimiz aleyhissalâtu vesselam asırlar önce şöyle ifade buyurmuşlar: 'İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbiriniz sevmedikçe de (kâmil manada) iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi Aranızda selâmı yayın.' (Müslim, İman 93) Selâm; tanışmanın, iletişimin, diyaloğun ilk adımıdır. Ya kısaca, 'selâmün aleyküm- aleyküm selâm' şeklinde ya da hadis-i şeriflerde beyan buyurulan ziyadeleriyle verilip alınır. İslâm'ın bir şiarı olması hasebiyle başka dua veya iyi dilek ifadeleri, ayet ve hadislerde öğretilen selâmın yerine ikame edilemez. Lâkin Müslümanların aralarında selâmı yayması, muhabbete vesile olacağı kati surette haber verildiğine göre, bu lafızların dil ile âdeten söylenmesinden ibaret değildir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vessellemin selâmı yaymayı telkin buyurduğu başka hadisleri de var. Bunların hepsinde Türkçeye 'yaymak' diye aktarılan kelimenin aslı 'ifşâ'dır. İfşa, 'gizli bir şeyin açığa vurularak yayılması' demektir. Selâm için kullanıldığında, Müslümanın Esmâü'l- Hüsnâ'dan es-Selâm ismine mazhariyetle kazandığı bâtınî bir halin, kalp selâmetinin dil ile izhârı manasına gelir. Şu halde selamlaşmak aslında tarafların birbirlerine zarar vermeyeceklerine dair karşılıklı bir güven sözleşmesidir. Kardeşlik hukukuna bağlı kalındığının ikrarıdır. Kin, haset, husumet, kibir ve suizandan arınmış bir kalple birbirlerini himâye edecekleri, sevip sayacakları; birbirlerinin huzur ve selametine yardımcı olacakları hususunda irade beyanıdır. Selâmdaki esenlik, rahmet ve bereket duası bütün bu derunî hallerin iktizasıdır aslında. Dolayısıyla selâmı ifşa, bu hal, duygu veya kabullerin davranış