Din hürriyeti ve kılpayı barış -2

Anayasa Mahkemesi'nin mecburi din dersi ile ilgili verdiği hürriyetçi kararı ve azınlık oyu sahiplerinin muhalefet şerhini önceki gün değerlendirdik.Özetle AYM, içeriği itibariyle ve fiilen İslam dinini "telkin" eden bir ders biçiminde yürüyen bu dersin -adı ne olursa olsun- din öğretimi değil din eğitimi anlamına geleceğini ve böyle bir eğitimin de ancak velinin rızası ve aktif talebiyle yapılabileceğini bildirdi. AYM konuya hürriyetler yönünden baktı. Biz dinin özü olan ihlas ve samimiyet yönünden baktığımızda da aynı sonuca ulaşıyoruz. Kadir Akbaş başta olmak üzere bazı okuyucularımız konuyla ilgili ek bilgi ve açıklama talep ettiler. İlk ve orta öğretimdeki "mecburî din dersi", dinlerin ve bu arada İslam'ın bütün yorumlarının objektif biçimde "öğretimi" şeklinde mi olmalı yoksa dine temayül ettirmek ve dindarlığa hazırlamak amacıyla ve "din eğitimi" biçiminde mi olmalı Bizim cevabımız şöyle: Bütün dinî inançların birer zenginlik olarak görüldüğü ve gösterildiği bir din öğretimi ancak mukayeseli dinler ve kültürler tarihi olarak ele alınabilir. Bu ihtiyacın tarih derslerinde ve tarih uzmanı öğretmenlerce karşılanması mümkündür. Sadece yaşayan dinlerin mukayeseli ve objektif biçimde "öğretildiği" bir ders de ancak Sosyal Bilgiler ya da Felsefe gibi bir ders olabilir. İlahiyat Fakültesi ve benzeri fakülte ve bölümlerden mezun olan "din dersi hocaları"nın vereceği "din dersi" ise, teorik bir ders olarak kalsa ve tamamen sınıf ortamında verilse dahi -biz adına ne dersek diyelim, AYM'nin de tesbit ettiği üzere-, tatbikatında, dinî telkin de içerecektir. Bu dersin veliler açısından mecburi din eğitimi biçiminde olmaması bizce samimiyete, günün şartlarına ve eğitim alanındaki gelişmelere daha uygun olacaktır. Biz önceki günkü yazımızda AYM kararını bu sebeple hürriyetçi bir karar olarak aktardık. Dileyen her veli -üstelik bir gerekçe de beyan etmek zorunda olmaksızın- çocuğunun bu türden bir din dersinden muaf olmasını "talep" edebilmeli ve talebi halinde mecburiyet derhal kaldırılmalıdır. Öncelikle böyle bir mecburiyetin din eğitiminden beklenen amacı karşılamayacağı açıktır. Dinî konuları, dindar olduğu varsayılan bir hocadan, üstelik ana-babasının zıt yöndeki telkinine rağmen zoraki "öğrenen" bir çocuğun ya da gencin yerine kendimizi koyalım. Bu kişinin bu bilgilerden