"Çekim yok, telefonlar cebe!"

(Bazen ironi yapıyoruz. Ama bu yazıda o bile olamayacak zira durum o kadar vahim.)"İyi ki o bari var" dediğimiz sosyal medyadan paylaşılan bir video izledik. Bir haber. Bir "yasak" haber... Kanunu, hukuku yok o yasağın. Ama yasak! İzledikçe yandık, "yas"landık, yasaklandık, adeta parçalandık. Elleri kelepçeli bir baba, Ordu'da... Mustafa Yeneroğlu o "suçlu" babanın dosyasını incelemiş, özetini yazıyor: "Yasal faaliyetlere terör örgütü üyeliğinden kesinleşmiş 9 yıl 4 ay 15 gün ceza almış. Suçun manevî unsuru, benzer dosyalarda olduğu gibi, incelenmemiş: Darbe teşebbüsü öncesi Gülen yapısına mensubiyeti yeterli kabul edilmiş." Dokuz yıllık esaretten bir günlük hürriyete çıkarmışlar "baba"yı. Ama ne hürriyet! Videoda bir ses duyuluyor (devletin "dış" sesi): "Çekim yok, telefonlar cebe!" Belli ki bir cenaze var. Bir "terörist" baba, karlı merdivenlerden kuyuya, 16 yaşındaki masum evlâdının tabutuna sarılmaya iniyor. Hıçkırıklarla... ağlayarak... O babanın çevresi millet, iki yanı devlet, önü cansız evlât. O evlât ki öldürülmüş. Merdiven boşluğundan attırılmış. Belki de "âşıklar ölmez, ölen hayvan imiş"e dair yazdırılmış. Görünüşte intihar. Hakikatte cinayet. Zira, bu, bir hakikatin katli. Zira bu bir masumiyetin katli. Mevtanın adını yazamayacağız. Zira çekim-resim size yasak, isim de bize. Ama katilin adını biliyoruz. Sadece adının ve soyadının baş harfleri yeter: KHK. Evet, bu bir cinayet. KHK cinayeti. Görünüşte intihar. Aslında cinayet. Ölen basın. Öldüren