Bediüzzaman'ın Üsküp, Kosova seyahati ve iki muallim ile mübahasesi

Bediüzzaman'ın Hayatı'ndan Tesbitler (171)Bediüzzaman'ın Üsküp seyahati Bediüzzaman, Şarkî Anadolu'da Medresetü'z-Zehra namıyla vücûda getirmek istediği dârülfünûnun küşadı için çalışmak üzere Şam'dan İstanbul'a gelir. Sultan Reşad'ın Rumeli'ye seyahati münasebetiyle Vilâyât-ı Şarkiye namına refakat eder. Yolda, şimendiferde iki mektep muallimi ile aralarında bir bahis açılır. Hadise şöyle gelişmiştir. Sultan Reşâd'ın kafilesi Selânik'te iki üç gün incelemelerini yaptıktan sonra, trenle Kosova'ya hareket ederler. 11 Haziran günü Kosova'nın vilâyet merkezi olan Üsküp'e trenle varılmıştır. Trenle yapılan bu yolculuk esnasında, Bediüzzaman'la iki genç muallimöğretmen arasında bir mübahase cereyan etmiştir. Bunlardan birisi, yeni açılan ve modem eğitim veren mekteplerden birisinde görev yapmaktaydı. Yolculuk boyunca, Bediüzzaman ile bu iki muallim arasında günün problemleri ile ilgili sohbet başlar. Modern bir okulda görev yapan mezkûr öğretmenin yönelttiği "Hamiyet-i diniye mi, yoksa Hamiyet-i milliye mi" hangisine daha çok önem verilip, ona çalışmak gerekliliği hakkında sualine; Bediüzzaman Hazretleri uzun, ilmî ve mantıkî burhanlarla; dinî hamiyet olmaksızın, millî hamiyetin hiçbir değerinin olamayacağını, hem İslâm milletinde dinî hamiyet ile millî hamiyetin ikisinin müttehid ve mümtezic olduğunu ispatlayarak, muhataplarını irşâd eder. Din hamiyetiyle millî hamiyet arasında ancak sureten bir ayrılık görüldüğünü, hem millî hamiyetin dinî hamiyete bir alet, bir zırh, bir kal'a şeklinde tasavvur edilmesinin zarûrî olduğunu anlatır. Bediüzzaman'ın verdiği cevap özetle şöyledir: "Biz Müslümanlar, indimizde ve yanımızda din ve milliyet bizzat müttehittir. İtibârî, zâhirî, ârızî bir ayrılık var. ... Hamiyet-i diniye ve İslâmiyet milliyeti, Türk ve Arap içinde tamamıyla mezc olmuş ve kabil-i tefrik olamaz bir hâle gelmiş." 1 Bediüzzaman, daha sonra Müslümanların altı yaşındaki bir çocuk; Avrupalıların ve imanlı olmayan insanların Yunanlı Herkül ve İranlı Rüstem olarak temsil edildiği müşahhas bir misal ile, Allah'ın varlığı ve birliğine olan inancın nasıl mağlûp olmaz bir güç ve kuvvet olduğunu bindikleri tren misaliyle anlatır ve gösterir. Bediüzzaman, İstanbul'a dönüşünden sonra tren yolculuğundaki bu mübaheseyi bilâhare Rumeli seyâhatinden sonra bir Risâle şeklinde, evvela Arapça, sonra Türkçe olarak te'lif eder, ismini de Teşhis'ül-İllet koyar. Bu küçük Risâle aslında ehli yanında çok kıymetli, çok mühim ve ismi gibi büyük ve teşhisi yapılmamış sosyal müthiş bir hastalığın tedavisinin reçetesi mesabesindedir. Üsküp'te Bediüzzaman'ı gören şahitler Bir ziyaret esnasında Bediüzzaman'ı gören Üsküp'ün yaşlı bir sâkini, onu şöyle tarif etmiştir: "Bediüzzaman'ın ayağında çizme vardı. Bıyıkları kısa, gözleri parlak idi. Buğday tenli, yakışıklı, heybetli bir genç idi. Elinde altın savatlı, Çerkez yapısı kamçısı, belinde fildişi saplı hançeri vardı. Kısa zamanda Üsküp'te "Bediüzzaman Molla Said Efendi" diye tanınmıştı. Üsküp âlimleri grup grup ziyaretine gelerek sualler soruyorlardı. Üsküp'te daha sonra zelzeleden yıkılan idadiyenin balkonundan Sultan Reşad halkı selâmlarken, hemen yanında Bediüzzaman da vardı. Binlerce Üsküplü onlara büyük tezahürat yapmıştı." 2 Aslen Üsküplü