O Mahallenin Halleri

Yaşadıklarımız dünde yaşananların sonucudur. Tarihe bakmadan bugün anlaşılmaz. Tarihimizde, medrese uleması ve onların mayaladığı dinci hareketlerin yapıcı tarafı yoktur. Devletçilik ve yönetim manasında kökleri yoktur. Fakat o katı ve yıkıcı damar bizde bin yıldır vardır ve Selçuklu'nun dağılmasına doğrudan-dolaylı zemin hazırlayan da onlardır.

Çok söyledim, Osmanlı, Selçuklu tecrübesini bir yönüyle iyi kullandı ve dini sıkı sıkıya kontrol etmek istedi. Tasavvuf erbabına "Sen gönül işlerine bak. Dünya işi bende" dedi ve bu konuda büyük ölçüde başarılı oldu. Asıl tehlike eğitim sisteminde din ulemasının hâkimiyeti ele geçirmesiydi. Buna tam engel olunamadı. Çok uğraştırdılar. Son asırlarda devletimiz takatsiz kalınca bu zümreler etkilerini artırdılar. Selçuklu örneği, tarihin yeni şartlarında değişik şekilde tekerrür etti: Büyük devletler ve onların içerdeki tabii müttefiki medrese dinciliği, üzerimize beraber çullandı. Bunu göreceğiz.

Türk İstiklal Harbi'nin sonunda kurduğumuz yeni rejimin din alanını yeniden tanzim etme fikri bu tarihî tecrübeden doğdu. Cumhuriyet'le çıkmış değildir. Osmanlı'da hep konuşulan bir meseleydi Düzenlemenin şart olduğu kanaati kesindi. Yapılanları buradan hareketle anlamaya çalışmak lazımdır. Osmanlı'nın, Selçuklu tecrübesine dayanarak yaptığının, altı yüz yıl sonra zamana göre yeniden şekillendirilmiş halidir. Devlette devamlılık vardır. Osmanlı'yı reddedenlerle, Cumhuriyet'e soğuk bakan tarih ve devlet bilmez ideolojik körlüklerin kararttığı, aynı zamanda bu tarih ve millet gerçeğidir.

Nasıl yaşayacağız

Bu işlerde fikir mücadelesinin sadece adı var. Kavga nasıl yaşayacağımızla ilgilidir. Günümüzde, yaşama şekilleri Selçuklu'nun son dönemlerindekine benzer şekilde cemaatler ve tarikat görünüşlü yapılar üzerinden kamplar oluşturdu. Hükûmetimiz ise, eskiden solcu ve bazı liberallerimizin yaptığı gibi bu kavgayı kötü kaşıyor. Hatta hemen tek argümanı bu. Son seçimin nasıl kazanıldığına bakarsanız ortaya çıkan budur. Birilerinin -kendilerince- dine dayandırdığı yaşama şekillerini savunmada her şey mübah hale geldi. Söylenenin doğru olması gerekmiyor. Yapılanın bozacağı düşünülmüyor. Yapma fikri yok. Bozmak esas. Siyaset analistlerinden, sosyologlardan, sosyal psikologlardan çok yönlü açmalarını beklediğimiz bu çalkalanmayı en sert haliyle yaşıyoruz.

Son örnekte durum gayet açık. Kadın Voleybol takımımızın başarısını gölgelemeye çalışan aşırı tiplerin yapmaya çalıştıkları, Tanzimat'a karşı girişilen din soslu hareketlerin yeni versiyonudur. Bu kesindir. Yalnız, bu sefer bazı marjinaller eliyle tutturamayacakları bir işe giriştiler. Bu büyük başarıya çatmak iyi bir fikir değildi. Çünkü Türkiye'de bu zaferlerle övünmeyen ve varsa açıktan ses veren binde bir ancak çıkar. Halkımız, başarı karşısında kimsenin giyimini-kuşamını, şu veya bu tercihini düşünmez. Voleybolde giyim kuşam bütün dünyada böyle. Millet, millî gururunun ayağa kalkışını, meydan okuyuşunu görür ve alkışlar. Neticede en yükseğe çıkan bayrağımızdır ve Millî Marşımızı dünyaya dinletmenin verdiği büyüklük duygusudur.

Aslında yaşananlar çirkinlik ötesi. "Sırbistan galip gelsin!" diyenler çıktı. "Yunan yenseydi.." diyen millet-devlet bilmez kafanın takipçileri hortlar, şaşılmaz. Dediğim gibi bunlar binde birdi. Seslerini büyüten ve alışılmış kampçılığı körükleyen, onları ciddiye alarak cevap vermelerdi. Bu büyük başarı her türlü karşı duruşu ezerdi, karşılık vermeye hiç gerek yoktu. Karşılık vermemeyi sadece bu zaferimizi gölgelemeye çalışan kara tipler için söylüyorum. Yoksa başka zamanlarda verilen bu tür tepkilere en kuvvetli karşı duruşu göstermek gerekir. Susmak cehalete ve yıkıcılığa yol açmak olur.

Ebrar sembol

Ebrar'ın merkeze alınması, artık üzerinde durulacak bir mesele olmaktan çıktı. Bu başarı, her türlü reddi denize dökecek kadar büyüktür.

Ayrıca, gözden kaçan bir husus var: Bu toplumda lgbti diyerek köpürtülen karşı duruşların halk arasında karşılığı da gösterilmeye çalışıldığı gibi değildi. Köpürtülmese, kaşınmasa halkımız onlara kaba şekillerde karşı çıkmaz. Öteden beri o tercihlerdekilerle iç içe yaşanır. Tasvip edilmese de bir gerçekliktir ve öyle kabul edilir. Kimse saldırmaz. Zeki Müren