Çözüldükçe çözülüşler

Şu dağılış ve geçiş dönemlerinde birazcık bilgimiz-görgümüz olsa çok şey değişirdi. Tarih nedir, millet nedir, devlet nedir anlamaya çalışırdık. Dünyayı ve hayatı şöyle böyle okumaya aklımız yeterdi. Ve unuttuğumuz ahlâka da yakınlaşırdık. Evet unuttuğumuz ahlâka. Hem de en dindar görünerek hayatımızdan kovduğumuz ahlâka. Yanarak söylüyorum: "Elin gâvuru" dediklerimiz bizden bin kat ahlâklı. Şeksiz şüphesiz öyle. Düzgün yürüyen bir toplum hayatında dürüstlük ve ahlâk, öncelikle herkesin uyacağı kurallarla sağlanır. Sana göre, bana göre'siz kurallarla. Öncelikle kuralları gözeteceklerin, yani yönetenlerin uyacağı kurallarla. Güç onlara verilmiştir ve o gücün nasıl kullanılacağı sıkı ölçülere bağlanmıştır. "Güç bende" diyerek kurallara uymazsanız, sistem çöker. Hep söylüyorum: Şimdi dinamitlediğimiz bu kurallardır. Düzenli bir hayatın fersah fersah uzağına savrulmanın eşiğini çoktan geçtik, yolunda tam gaz gidiyoruz. Yapılanlara, denenlere, olanlara bakınca anlıyoruz ki bile isteye götürüldüğümüz bir dehlizdeyiz. Geçen haftaki yazıma "Uçarca Uçurum" başlığını bunu düşündürmek için koymuştum. Hemen arkasından "Ahmak davası"nın sonucu geldi. Bu da ne ilk ne de son akla sığmaz bir hamakat örneğidir. Olan bitene bakarsak, yalan-yanlış, aldatma-kandırma ve türlü tonlarıyla kötülük normalleşiyor. Bunu gördüğümüzden emin değilim. Gün gün, saat saat yaşanan, davası kendisi olanların bozucu-bozguncu söz ve hareketleriyle çevrilmiş durumdayız. Yönetici sakınır Yönetici gözlerin, bilen ve görenleri de dinleyerek yanlıştan dönmeleri beklenir. Görüp gösterici gözler önemlidir. Bunlar partici, hizipçi ve tapınıcılardan seçilmez. Bizde şaşmaz yönetme geleneği halinde devam eden bu bilene danışma anlayışı yöneticileri hizaya sokar. Bilge insanlar Hân'ı, Hâkân'ı, Şâh'ı-Pâdişâh'ı eğrilerinden doğrultan doğru ağızlardır. Yakın zamanlara kadar böyle kimseler devlet hayatında ve çevremizde eksik olmazdı. Şimdi o ağızlar da sistemden uzaklaştırılmış görünüyor. Etraflarında doğru düşünen, doğru gören, doğru söyleyen insanlar bulundurmayanlar hem kendilerini, hem ülkelerini batağa sürüklerler. Şimdi istenen, benim "sahibinin sesi" dediğim, şahsiyetinden soyunmuş yularlı tiplerdir. Özür dileyerek, içine düştüğümüz durumu düşündürmek ihtiyacıyla böyle tatsız bir ifade kullanmak zorunda kalıyor ve "yularlı tipler" diyorum. Evet, ipler tek merkezden oynatılır halde. Vahim bir durumdur. Bilgiyi görgüyü dışlayan bir menfaat şebekesini doğurur. Tek ağza bakmanın getireceği darlıklar ve boğucu etkileri gün günden artar ve fay hatlarını tetikler. Doğacak zelzelenin şiddeti kolayca tahmin edilemez. Şimdi tahkim edilmeye çalışılan bu anlayıştır. 1984'ün Okyanusya Ülkesi'nin Büyük Biraderi(Big Brother)'nin silueti ufukta görüneli çok oldu. Bizimkiler, at gözlüğüne başka alan daraltıcı siperler de eklediler. Din sosuna bulanmış her hareketleri en hafif ifadeyle her dokunduğunu bozuyor. Bazı cinnetlerin de bir mantığı ve matematiği bulunabilir. Bu cinnetin gözü dönmüş ego saldırganlığında kasten yıkımı hedefleyen bir şuuraltı var ve mantığı-matematiği yok. Geçmez bir cinnet halidir. Tedavisiz bir hastalıktır. Ya yangınını aklı erenler çerçeveleyip söndürecekler veya bu yangın yayılacak. İki ihtimalin ara tonları yoktur. Bunu artık göreceğiz. Erbâbı ne diyecek bilmek isterim. Bu durumda denecekler bellidir: Krizlere rağmen, sorma-soruşturma, görme-gösterme, anlama-anlatma suretiyle yanlışlardan dönme ihtiyacı duymuyorsak düzelemeyiz. Bağırıp çağırmakla olmaz. Korkuyla ve susmakla hiç olmaz. Susturmakla hiç mi hiç olmaz. Tabloyu beyaz göstermekle siyahı ağartamayız. Hem aldanır, hem aldatırız. Hipnoz göstermez Nereden bakarsak bakalım görüntü aynı. Her yönden ve her türlü görünen bu ise, toplumun ciddi bir göz muayenesinden geçmesi gerekecek. Yine söylüyorum, görmediğimiz, çıplak gözün göreceğidir. Bu kadar göz kapamayı, farklı görmeyi-göstermeyi getiren hipnozun; aklı, düşünmeyi, sorgulamayı on türlü kilitle kapattığı yere