"Çankaya Sahne"sinden görünen

Biz Ankaralılar, siyaset ve bürokrasi cenderesine hapsolmuş halde yaşayan, bir bakıma gündem başlıkları önceden tayin edilmiş garipleriz. Tam manasıyla hür fikrin hâkimiyetinde bir hareket alanı oluşturabilmek hususunda zorluklarımız var. Mazeret beyan etme derdinde değilim. Ne olursa olsun mazur değiliz. Edebiyatın, sanatın, bütünüyle kültürün fışkırdığı ocaklar yaratamadık. Ankara bir kültür şehri olamadı. Elbette büsbütün kültürsüz olamazdı. Memleketin her tarafından her tür insanı çeken şehir, onları varlıklarıyla bağrına bastı. Gelenlerin niyeti, maksadı, hedefi siyaset de olsa kendileri olarak geldiler. Kendilerinde olandan şehri de faydalandırdılar. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden geçen kültür adamlarını sıralasak, göreceğimiz manzara göz kamaştırır. Böyle bir büyükler geçit resmi demokrasinin mabedindedir. Gelin görün ki, bu büyüklerin büyüklüğü Ankara'ya pek az şey katar. Yahya Kemal'den Yakup Kadri'ye kadar ilk nesil vekilleri ayrı tutmak lazım. Onlar kurucu iradenin peşinde ve kuruluşun derdinde bütün mesailerini harcamak zorundaydılar. Yakup Kadri gibi rejimin ideolojisine bağlı eser verenler de, Yahya Kemal gibi mesafeli görünenler de Ankara'yı yeterince sulayamadılar. Birinci neslin attığı çoğu tohumlar yeşerirken, ikinci nesilden itibaren artan kafa karışıklığı incelenmeye değer. Netice itibariyle Memduh Şevket Esendal gibi parti yönetimiyle kültür meselelerini beraber götürmek isteyenlerin çabaları ve devletin süregelen gayreti de Ankara'yı bir kültür başkenti yapmaya yetmemiştir. 1950 sonrası zaten kültür dikkatinin hemen hemen hiç olmadığı bir uzun dönemi ifade eder. Apaçık gerçek şudur: İstanbul'un yüzyıllar içinden gelen geleneği, taşıdığı o silinmez ruh, her zaman Ankara'ya kendini hatırlatan bir efendiydi. Bugün de öyledir. Türkiye'nin kültür başkenti İstanbul'dur. Ankara, yarışır halde bile değildir. Kabullenilmiş bir durum vardır. Farklı kabullerin gerçekle alakası yoktur. Mesela, bazılarının düştüğü hayali Cumhuriyet fanatizminin eseri sloganik değerlendirmelerin etkisi ve manası kalmamıştır. Bu bir rejim meselesi değildir Cumhuriyet Türkiyesinin değerleriyle yürüyen bir toplum hayaline İstanbul da bağlıdır. Eski başkentimiz, Osmanlı Devletimizin payitahtı, Cumhuriyet'in dayandığı değerlerin de kurgulandığı yerdir. Osmanlı Sarayı ile Tanzimat ve meşrutiyet aydınları, hep birlikte bugünleri hazırladılar. Büyük Atatürk o çizginin adamıdır. Burada bir problem yoktur. Kaşınacak bir yara da olmamak lazım gelir. Zıtlıkları bilgisizlikle büyütenler, kendilerini sözüm ona İslâmcı sayan, benim Fransızcasından bozarak Müsülmancı dediğim, milliyete yan bakan köksüzlerle, yine sözüm ona beynelmilel ideolojik kalıplarla konuşan bazı liberal sol gruplardır. Türkiye ne çekiyorsa onlardan çekiyor. Milliyetçileri de sayacağım da sayamıyorum. Diyeceğim yine o ki Ankara bir kültür şehri olamadı. Kültür Bakanlığı, ağırlığını koyduğu zamanlarda da başarılı işler azdan az. Bakanlık yapılanmasının, kültüre bakışının içler acısı hali, içerdeki birkaç iyi niyetliye rağmen zaten aleyhte çalışacak durumdadır. Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin de Mansur Yavaş'ın gelişiyle bu eksiği düşünerek ciddî bir kültür yapılanmasını açacak niyeti görülmedi. Belediyede görev alan veya Başkan'a yakın bildiğim arkadaşlarımıza konuyu ısrarla açtım. Hiç olmazsa İstanbul Belediyesi'ndeki gibi bir Kültür Dairesi yapılanmasını hatırlattım. Bu hususta çalışacak bir danışman kadronun isimlerinden de bahsettim. Hiç ses çıkmadı. Mansur Bey'e iletilip iletilmediğini de bilmiyorum. Birkaç defa grup halinde ziyaret edişlerimizde de ben bahsedemedim, konumuz başkaydı. Salgın dönemi için mazur görülebilirler. Yalnız, bilinmeli ki böyle bir derdimiz var. Daha gidecek çok yol var Devletimizin, Opera, Bale ve Tiyatroyu Ankara merkezli düşünmesinin bir ölçüde iyi sonuç verdiğini söyleyebilirim. 1975'ten itibaren, on beş yıl önceye kadar hemen hiçbir oyunu kaçırmadığım ve birçoğu hakkında gazetelerde ve dergilerde yazdığım için biliyorum: Ankara'da ciddi bir seyirci kitlesi 45 yıl önce oluşmuş görünüyordu. Yazmıştım, sayıca az fakat tam bir seyirciydik. Bilerek, anlayarak gelirlerdi. Fuayede, sokakta kulağıma çalınanlardan, konuştuklarımızdan anlardım ki teknik eleştirilerde bulunacak seviyede ilgili ve bilgililer vardı. Önce dört, daha sonra yediye çıkan sahnede güçlü oyunlar sergilenirdi. Özel tiyatrolar bakımından Ankara zengin değildi. İstanbul, geleneği oluşmuş bir şehirdi. Yüzlerce tiyatro topluluğu vardı. İstanbul'da ayrıca en köklü tiyatromuz, Şehir Tiyatroları vardı. Devlet Tiyatroları'na yakın kadrosuyla yüzyılı aşan geleneğiyle güçlü bir ödenekli tiyatroydu. Şimdi biraz güç kaybetmişe benziyor. Devlet Tiyatroları'nın bölge tiyatrolarıyla ülkeye yayılması iyi bir tercihti. Fakat seviyeyi düşürdüğünü de kabul etmek lazım. Tıpkı her yerde açılan Türk Müziği Devlet Korolarında olduğu gibi. Sanatta, böyle ödenekli topluluk bolluğunun kalite getirmediği anlaşıldı. Üzerinde konuşulacak bir meseledir. Ankara'da da Ankara Sanat, İstanbul'un özel tiyatro geleneğiyle yarışan bir topluluktu. İdeolojik motivasyonla 1963'den