Ömer Erdem

Karar

Gıda meselesi ya da patates...

Tevfik Fikret'in Han-ı Yağma ve Mehmet Akif'in Safahat'ındaki bazı bölümleri saymazsak tabiatı gereği şiir sofradan ve iştahtan pek söz açmaz bizde. Fikret başkalarının hakkını yağmalayışı kıyasıya eleştirirken Akif toplumsal birliğin vasıtası sayar yiyip içmeyi. Asım'ın bir bölümünde düğün sofrası gökyüzünü inleten zurnalarla açılır. Gıda, yemek,

'Kriz içindeki bilinç'

Güçlünün tabiatı ile muhterisin karakteri aynı çizgide buluşur; eldekini büyütmek ve olup bitenin özünü saptırıp saklamak. Meselelerin teorik tartışma düzeyini yitirip günlük gelişmelerin ve politik dilin kontrolüne girmesiyle sadece hayatın akışı değil zihinler de şekillenir. Güçlü ve muhteris bu fırsatı kaçırmaz. Propaganda eşliğinde elinde çiçek

Toparlama dersleri...

Dur! Duuur! Bekle. Şimdi gel, geri gel, hafif sol yaparak gel. Durr, duur, dur! Biraz öne al. Fazla değil. Azıcık. Bir gıdım. Evet, şimdi tam geri, sağ yap, yap yap yap. Toparla, toparla, yeter. Tamaaamdırr!.'Direksiyondaki adam kendisine sesleneni tanımıyordu. Zaten yetersiz olan park yeri bulma sorunu hafta sonları buraya yönelen şuursuz akış seb

Tahıl ve ekoloji

Modern zamanlar toprak ve bileşenleriyle olumsuz yönde ilişkilidir. Topraktan ne kadar koparsa kendi ontolojisini adeta o denli güvende hisseder modern çağ. Klasik yerleşimlerin aksine topraktan ayrılışı simgeler bu durum. Böylece 'mekanın poetikası' gevşerken toprağın altı ve üstü beton benzeri materyallerle kaplanır. Çeliğin de devreye girmesiyle

Dur bakalım...

Dur bakalım dedi, adam, dur bakalım. Önce kendisine söyledi, hele dur, dur bakalım. Biraz dur. Bekle. Acele etme. Sabırlı ol. Sakin kal. Sonra da, Ege'den Güney Doğu'ya, Karadeniz'den İç Anadolu'ya kaydı zihni, oradaki şehirleri hatırladı. Denizli'de nasıl söylerlerdi 'dur bakalım'ı, ya Edirne, Kars, Trabzon, Ordu, Erzurum, Konya, Mersin, Hakkari,

Kadıköy ile Üsküdar'ın Arası

Yirmi yıl kesintisiz Üsküdar'da yaşadım. İki Çamlıca tepesi arasında ayak basmadığım ağaç dibi neredeyse yoktur. İlk işim Büyük Çamlıca Tepesine tırmanmak ve şehri her yönden temaşa etmek olurdu sabahları. Dört mevsim boyunca, ışıkları, renkleri, boğazı, ufku hasılı şehrin saklayıp gösterdiği her şeyi gözlemeye çalışırdım. Sonra da erguvanları bekl

Hüseyin Kutlu'nun düşleri...

Hattat Hüseyin Kutlu'nun yazılarını her gördüğümde nefesimi tutardım. Bütün klasik sanatların yüz benzeşliği gibi bir sorunları vardır. Oradan çıkmak için hem yaratılıştan özgün özellikler taşımak hem de çok çalışmak gerekir. Ne var ki daha ilk dikkatte kendisini ayrıştırır Kutlu'nun kalemi. Daima ürküp kaçmaya hazır bir serçe sekişi karakteriyle k

102. Ders

Günümüz şairini bekleyen zorluklar kadar kolaycılıklar da çok cepheli. Şair dediğin şiirini yazıp suya sabuna dokunmadan köşesinde oturur değil mi Ya da şiiri bir kavga oku gibi sivriltip yayını gere gere meydana çıkar. Hayali hedefleri oklayıp durur. Herkesin meşrebine diyecek söz yok fakat asıl şairin zorluğu dili hayat yoluyla işletmesinde düğüm

Niteliksiz olanın yaygın egemenliği...

19.yy ideallerin yükselme çağıydı. 20.yy ise onların maddi ve manevi verimlerini paylaşmakla geçti. Yaşadığımız yüzyıl ise tarifi zor fakat mutlak manada çözülmeler, çürümeler, parçalanıp dağılmalarla dolu. İdealizm yerini hamasete, paylaşım ise kitlesel yoksulluğa bıraktı. Dahası, insana dair ne düşüncede ne de günlük yaşam pratiğinde hiçbir güven

Hikaye devam ederken

Her şair ve yazar ölümünden sonra anılmak fakat asıl önemlisi okunmak ister. Gerçi hemen her olgu ve kavram gibi okunmak, bilinmek de birbirinin içine girdi günümüzde. Bilinmek, okunmak manasına gelmediği gibi okunanların şöhret sahibi kimseler olduğu iddia edilemez. Ne var ki hem 2. Yeni kuşağı şairleri hem de Gülten Akın şanslı sayılırlar. Şiirin