Buna rağmen, bazı yorumcu ve özellikle İlahiyatçılar izah ve ispata dayalı yazılara, tebliğ ve irşad metotlarına karşı geliyorlar.
İtirazlarının birkaç sebebi olabilir:
Kur'ân'ın ispat ve ispatı emrettiğini maalesef düşünemiyorlar! Eski önyargılarından kurtulamıyorlar. Kendilerini yenileyemiyorlar. (Halbuki Kur'ân ve hadis, tefekkürü emrediyor)
Ve "İman gaybtır, ispata gerek yoktur!" gibi bir mazeretle saklıyorlar!
Evet, bazı-sözüm ona-ilim, fikir ehli ve İlahiyatçılar, hâlen, "İnanç iman 'gayba' aittir, ispat edilemez. İnanmak isteyen inanır, inanmayan inadından inkâr eder; ispat faydasız ve gereksizdir" der.
Halbuki, bilmiyorlar ki, İslâmiyet, her meselesini ilmî ve vicdanî süzgeçten geçirilmesini emreder.
Müslümanlığın şartlarından birincisi, "akıl ve baliğ" olmak, yani aklın tercihiyle iman dairesine girmektir. 1 "Aklı olmayanın dini de yoktur" vecizesi bunu ifade eder. Mükellefiyet akılla başladığına göre, İslâmiyet körü körüne, mutaassıbane bir inancıbağlılığı önermez.
Müslümanlar bürhana, delile tabi olarak akıl, fikir ve kalp ile iman hakikatlerine girerler. Başka dinlerin bazı fertleri gibi ruhbanları taklit için bürhanı bırakmıyorlar. 2 "İcmalîözet ve taklidî