Türk edebiyatında Doğu-Batı sorunu, özellikle 1908'den sonra uzun bir dönem genelde bir 'iffet' meselesi olarak sunulur. Bu ahlâkî bakış açısının ilk örneklerinden biri Ahmet Midhat Efendi'nin "Jön Türk" adlı romanıdır. Romanın alafranga tipi Ceylan, Batılı hayata, özellikle feminist düşüncelere kapılarak, iffetini yitiren Türk kadınının herhâlde e
Balzac'ın "Gizli Başyapıt" (Çev. Samih Rifat, Can Yay.2020) adlı öyküsü, genelde sanat, resim ve sanatkârla eseri arasındaki ilişkiye dair yorumları içeren poetik bir metindir. Bu itibarla bir öykü olmakla beraber poetik bir metin olarak da okunabilir. Frenhofer'in ressam Porbus'ün yaptığı resme yönelik eleştiriler, daha başta okurun önüne ezelî bi
İlginç bir kitaptır Aldous Huxley'in "Algı Kapıları" (Çev. Mehmet Fehmi İmre, İmge, 2018) adlı eseri. İlk bakışta uyuşturucunun idraki nasıl değiştirdiği üzerinde duruyor gibi görünüyorsa da aslında sıra dışı idrakten; Necip Fazıl'ın deyişiyle 'üstün idrak'ten bahsediyor. Sanırım insanda, diğer varlıklara göre daha güçlü bir idrak mekanizması var.
Bir roman ya da hikâyede anlatıcının konumu, okurla kurduğu ilişki, okurla arasındaki mesafe çok önemlidir. Çünkü eser boyunca okurla muhatap olacak odur. Romanda kendini gösterse de göstermese de -ki bu bir tercihtir, ikisi de olur- ona kendini inandırması, sevdirmesi, onunla samimi bir diyalog kurması gerekiyor. Aslında bütün ilişkiler için geçer
Zaman, kesintisiz bir akıştır. Onu durdurmak; hatta geçmiş, şimdi, gelecek diye birbirinden ayırmak mümkün değil! Bu açıdan bakıldığında insan, son kertede akan zaman karşısında edilgen bir varlıktır. Doğru mu.. Tereddüt ettim! Çünkü "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nde Muvakkit Nuri Efendi, çırağı Hayri İrdal'a bunun tam aksine; "İnsan saatin arkasını
Ernest Renan, "Ulus Nedir" (Çev. Gökçe Yavaş, Pinhan,2019) başlıklı konferansında unutmakla ulus olmak arasında ilginç bir bağ kurar. Ulus olmak unutmaktır der. Çünkü ulus olma süreci "vahşice gerçekleşir" (s.37). İlkin yadırgıyoruz bunu; ama doğru! Örneğin Kuzey ve Güney Fransa ancak yüz yıl süren bir imha ve terörün sonucu birleşebilmiştir. Çok
Entelektüel, hakikate biat eden insandır. Ama bunun bir bedeli var: Yalnızlık! Lâkin elbette onurlu bir yalnızlık!.. Elif gibidir entelektüel insan, doğru ve sadece kendinden öncekine, Yaratan'a birleşir! Sonrası ona kalmış! Çünkü İbn-i Arabî'nin de belirttiği üzere Hakikat'i insan yine kendi varlığıyla ve hatta kendi varlığında bulur. Ama zordur,
Sören Kierkegaard, "Kahkaha Benden Yana" (Çev. Nedim Çatlı, Ayrıntı, 2013) adlı kitabındaki "Şeytanilik" başlıklı denemesinde suskunluk ya da kapanıklıkla şeytanîlik arasında bir bağ kurar. Buradan hareketle diyebilirim ki suç ya da günahla susma arasında doğrudan bir ilişki vardır. Suçlu ya da günah işleyenin susması, failin kendisini âdeta bir di
Bilgi, son kertede doğduğu zihin itibarıyla ferdîdir. Doğumu, bir ihtiyaç, bir arzu ve talebe mebnidir. Dolayısıyla doğmadan önce, ihtiyaç, arzu ve talebi içeren bir iradî süreç var. Stefan Zweig, "İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar"da dünyanın kaderini değiştiren dâhilerin bilgi üretme ya da arzulanana ulaşma sürecindeki sıra dışı rûh hâllerini
Mehmet Âkif'in şiiri "Tevhid yahut Feryad", "Mezarlık", "Hasbihal" vb. şiirleri bir yana bırakılırsa esas itibarıyla bir 'ben' şiiri değildir. Osmanlı Devleti'nin yaşadığı olağanüstü siyasî ve sosyal şartlar, pek çok şairi olduğu gibi onu da ben'in iç dünyasına, metafizik ve felsefî konulara yönelmekten alıkoymuş, şuur devlete ve millete dikkat kes
© 2016