Abdüllatif Uyan

Türkiye

"Allahü teâlâ Onu göğe kaldırdı!"

Hazret-i Mevlânâ'nın bir talebesi, dergâhtan çıkmış evine gitmektedir ki, yolda tanıdığı yaşlı bir Müslümanla karşılaşır. Adam onu görüp şaşırır: "Ben de sana geliyordum" der. "Hayrola amca." "Fıkıhtan bir şey soracaktım" der. Ve suâlini sorar. Ama talebe, cevâbını bilemez. "Akşam kitaplara bakayım, yarın söylerim" der. Ve eve gider. Saatlerce araş

"Bu çılgınca hareketleri bırakın!"

Mevlânâ hazretleri vefat eder. Ânında duyulur acı haber. Büyük küçük, genç ihtiyar. Haberi duyan koşar. Herkes akın akın Konya'ya akar. Meydan, hıncahınç dolar. Gayrimüslimler de koşar. Ve cenazeye sâhip çıkarlar. Dövünür, üstlerini yırtarlar! Müslümanlar rahatsız olup; "Bu çılgınca hareketleri bırakın!" derler. Ve sorarlar ki: "Hazret-i Mevlânâ Mü

"Korkmayın, yerin karnı acıktı!"

Hazret-i Mevlânâ'nın vefatı yaklaşınca, sevenlerini bir (firak) heyecanı sarar. Ev içinde bir telâştır başlar! O anda hafif bir (zelzele) olur. Ev halkı korkuya kapılır! Hazret-i Mevlânâ; "Korkmayın, yerin karnı acıktı, yağlı bir lokma ister" buyurur. O ara içeriye biri girer. Çok güzel bir delikanlıdır. Hazret-i Mevlânâ, ayağa kalkar. O yiğidi hür

"Bu dediğinizi kediler de yapar!"

Mevlânâ Celâleddîn henüz beş yaşındadır ki, bir gün çıkar evlerinin damına. Başka çocuklar da gelirler. Biri, diğerine sorar: "Bu damdan öbür dama atlayabilir misin" "Atlarım" der. "Hayır atlayamazsın." "Atlarım." "Atlayamazsın." Celâleddîn söz alıp der ki: "Bu şeyi kediler bile yapar." Diğer çocuklar sorar ki: "Ne demek istiyorsun" Celâleddîn; "Rû

Oğlum Celâleddîn'i gözet

Mevlânâ hazretlerinin ismi Celâleddîn'dir. Belh şehrinde dünyaya gelir. Sonra Anadolu'ya, yâni Rum diyarına hicret eder. Bunun için Rûmî diye anılır. Henüz çocukken manevi hâlleri vardır. Babası da farkındadır. Ancak endişe eder! Zira henüz çocuktur. Nitekim talebeden birine; "Sen, oğlum Celâleddîn'i gözet" buyurur. Talebe sorar: "Neden efendim" Bu

Vazifemden ayrılayım mı

Hazret-i Mevlânâ'yı çok seven biri vardı ki, bir an olsun ayrılmak istemezdi yanından. Ama devlet memuruydu. Hep onunla olmak için işinden ayrılması gerekiyordu. Sordu Hazret-i Mevlânâ'ya: "Hocam işimden ayrılayım mı" "Niçin ayrılacaksın" "Hep sizinle olmak için efendim". "Olmaz" buyurdu. Ve şu menkıbeyi anlattı ona: Hârun Reşîd devrinde, biri vard

Ezan, İslam'ın bayrağıdır

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ezanı işittiğinde, hemen diz çöküp dinlerdi huşû içinde. Talebeye de böyle emrederdi; "Ezana saygılı olun, o İslam'ın bayrağıdır" derdi. Bir gün şunu anlattı onlara: Belh şehrinde, salih biri vardır. Ezana çok saygılıdır. Ne zaman ezan sesini işitse anında işini bırakır. Edeple, diz üstü oturur. Ezanı hürmetle

Bir işte ihlâs yoksa

Mevlânâ hazretlerine bir gün; "İhlâs nedir" diye sorarlar. Onlara şu menkıbeyi anlatır: Bir ilim talebesi, zengin bir tüccarla yolculuğa çıkar. Talebe, fakirdir, gariptir. Elbisesi yırtık ve eskidir. Ayakkabı mı Ne gezer! Yalın ayaktır zavallı. Zengin bunu fark eder. Garibi sevindirmek ister. Bir mola yerinde bir çift pabuç alıp giydirir. Talebe ço

"O düşünceyi bırak!.."

Hazret-i Mevlâna'nın ilim sahibi bir talebesi vardı. Bir gün onu çağırıp; "Sen bir kitap yaz!" dedi. Talebe; "Baş üstüne hocam" dedi Ve kısa zamanda bitirip takdim etti. Hazret-i Mevlâna, kitaba göz gezdirdi. Ve çok beğenip; "Aferin, güzel olmuş" buyurdu. Ve "hırkasını" çıkarıp hediye etti ona. Lâkin o, az gördü bunu. Fazlasını bekliyordu. Kendi

Siz ne biçim askersiniz!

(Dünden devam) Noyan Han'ın hiddeti katlanır! Olanların hikmetini düşünmez. Askerini şiddetle azarlayıp; "Ne biçim askersiniz! Bir işi beceremediniz!" diye bağırır. Kendisi ileri atılır. Yayını gerer, üç ok fırlatır. Üçü de ayağının dibine düşer. Daha da öfkeye kapılır! "Atımı getirin!" diye kükrer. Koşup getirirler. Hiddetle atına biner! Ama bu de